Sinan Çetin: Bana iktidar yanlısı diyorlar
Ünlü yönetmen Çetin, devletin adalet ve güvenlik dışında hiçbir işe karışmaması gerektiğini belirtiyor.

Salih Zengin'in röportajı
Yönetmenlikten yapımcılığa, oyunculuktan yayıncılığa kadar her alanda koşturan ve ses getiren işlere imza atan Sinan Çetin, yine kendisinin yazıp yönettiği "Kağıt" isimli yeni filmiyle karşımızda. "Hangi kağıt hayattan daha değerlidir?" sorusunu soran ve saçma bir kanun karşısında yok olup giden hayatları ele alan ironik film, 14 Ocak'ta gösterime girecek. "Ne kadar az kanun o kadar çok hayat! Suçu ortadan kaldırdığınız zaman kanunlara ihtiyaç kalmaz" diyen yönetmen Çetin, devletin adalet ve güvenlik dışında hiçbir işe karışmaması gerektiğini belirtiyor.
Türkiye'nin kuruluşudan beri sosyalist bir devlet olduğunu ama Atatürk'ün kapitalizmi seçtiğini ifade eden Çetin "Marksist olduklarını iddia eden bu insanların Kemalist olması akıl alacak bir şey değil. Lenin, Marx, Castro, Stalin'in bilmediğini bizim bu Çiçek Bar'daki arkadaşlar mı, Müjdat Gezen mi biliyor?" diye soruyor.
Kağıt oldukça metofor içeren bir imge. Hayatımızın her anında kağıt var. Bu metafordan hareketle önümüzdeki hafta gösterime girecek "Kağıt" filmiyle kanunları ve sistemi sorgulayan Sinan Çetin, açık ve serbest bir toplumu önerdiğini ifade ediyorAK Parti'ye oy verdiğini açıkladığında etrafındaki bazı kimselerden "Iyyyk" diye bis ses çıktığını belirten Çetin "Ben Beyaz Türklerin arasında yaşıyorum. Bana iktidar yanlısı diyebilirler ama iktidar benim yanımdadır belki de ya! Doğru bildiğimi söylemek iktidarın yanında olmaksa iktidarın yanındayım ben. İktidar da demek ki doğru yapıyor." diyor. Buyrun size kağıt helva gibi bir muhabbet....
Kağıt, hayatımızın her anında var. Doğum kağıdı ile başlayan hayatımız ölüm kağıdı ile son buluyor. Kağıtlar arasında sıkışan hayatımız var. Bu metafordan hareketle filmle ilgili kağıt üzerine bir cümle yazsanız bu ne olurdu?
'Kağıtsız hayat' derdim.
Mümkün müdür kağıtsız hayat?
İnşallah mümkün olur. Ne kadar az kanun o kadar çok hayat! Tabiatın düzeni, Allah'ın düzeni insanın düzeninden daha iyidir. Hiçbir şeye dokunmazsak, her şey kendi kaosunun bütünülüğü ile yürüyor yani. Kanunlara ve devlete ihtiyaç duyduğumuz tek şey suçtur. Suçu ortadan kaldırdığınız zaman kanunlara ihtiyaç kalmaz.
Bir kaos öneriyorsunuz yani?
Ben ideal bir toplum düzeni önermiyorum. Zaten mesele ideal toplum düzeni önerenlerin insanların başına koydukları beladan çıkmaktadır. Kim ki insanlığa ve topluma ideal toplum düzeni önermiştir o insanlığın başını bela, gözyaşı ve kana sokmuştur. Ben açık toplum ve serbestliği öneren bir insanım. Kimseye bir şey önermiyorum yani, sadece bir şey teklif ediyorum. İnsanoğlunun devlete ihtiyaç duymasının nedeni, insanın kendisinden gelen belanın bir başka hakem kuruluna ihtiyaç hissetmesindendir. Suç işlemezse bir devlete ihtiyaç kalmayacaktır. Suçu doğuran insanın yine kendisidir. Bunun dışında insanın yediğine içtiğine, diline, dinine, bayrağına, kişisel ihtiyaçlarına karışan devlet en gereksiz devlettir. O yüzden de devletler büyüdükçe hayat küçülür.
Film "Her yasak kendi isyancısını doğurur' temasına yoğunlaşıyor. İyi de her isyancı da kendi kuralıın koymaz mı sonunda?
Emme basma tulumba gibidir bu. Sen başörtüsünü yasaklarsan AK Parti olarak, Kürtçeyi yasaklarsan BDP diye kendine bir alan bulur. Toplumların nasıl yaşayacağını kontrol etmeye kalkan güçler her zaman büyük bir gaflete düşmüştür. Sonuçta bizim hayat alanımıza karar veren insanların buna hakkı olmadığını anlatmak lazım. Devleti ele geçiren insanlar devletin bir hizmet mekanizması olduğunu unutup devletin bir otoriter mekanizması olduğuna karar veriyorlar ve büyük hata orada başlıyor. Devlet hizmet mekanizmasıdır; telefon, çay bardağı, gözlük gibi... İçinde hiçbir kutsal tarafı yoktur. Bardağa tapamayız, bardak bizi yönetemez. Devleti bizi yönetme aracı olarak kabul ettiğimiz andan itibaren bizim üzerimizde çeşitli kanunlar ve yasaklar getirme hakkını ona vermiş oluyoruz. Bütün yanlış buradan başlıyor.
Birçok devlet yıkıp kurmuş bir toplum Türk toplumu. Devletin kutsallığı kavramı bizler için çok köklü bir yerde duruyor. Bu açıdan bakıldığında ABD ve Avrupa'ya göre bizim için daha gerekli bir ihtiyaç değil mi devlet?
İki türlü proje var. ABD'de olduğu gibi bireyin üzerinde yükselen devlet, diğeri de Fransız sitili dediğimiz devletin toplumu yönetmesi ve denetlemesi üzerine kurulan model. Biz 'birey mutluluğu mu, toplum mutluluğu mu' sorusuna 'toplum mutluluğu' diyen bu modeli almışız. Aslında toplum denen şey yoktur, yalandır, hayaldir, kavramdır. Ölçülebilir ve tartılabilir tek gerçek bireydir. Bireyin mutluluğu üzerine toplumu kurarsanız , ABD'deki gibi bireyin kendi mutluluğunu arama hakkını korursanız ve birey de mutluluğu bulursa toplum mutlu olmuş olur. Bir zamanlar ABD'nin en güçlü ülke olmasının nedeni anayasasının ilk maddesinin "Mutluluğu arama hakkının bireyin en temel hakkı olduğu"nun tescil edilmesidir. Biz de ise bireyin mutluluğu arama hakkı değil de, devletin güvenliği üzerine kurulmuştur. Biz kuruluşundan beri sosyalist bir devletiz aslında.
Madem ABD, bireyin mutluluğu üzerine kuruldu, neden yapılan araştırmalar da ABD'deki insanlar mutsuz çıkıyor? Mesela Nijerya'daki insanlar dünyanın en mutlu insanları...
Bu soruya cevap vermeyeceğim. ABD'de de artık gereksiz kanunlar meseleyi ele almış durumda. Kanun koruyucularının kanun çıkarma yetkisini ele aldıktan sonra toplumu ve bireyi kanunlarla nefes alamaz hale getirdiklerine inanıyorum. O yüzden ABD ve Avrupa'dan Türkiye'ye gelen insanlar Türkiye'yi çok daha özgür olarak görüyorlar. Bunun nedeni Türkiye'de hayat alanına müdahale eden kanunların fazla olmaması... Kanun sayısı arttıkça özgürlük artmıyor. Toplumların giderek devletler tarafından ele geçirileceğini ve insanları korumak için ele alınmış proteksiyonizmin yeryüzünde yaşanacak bir alan bırakmayacağını düşünüyorum. Bu bir bilimsel kehanet sayılabilir. O yüzden 'Kağıt' filmi önemli. Devletin toplumu denetlemediği, sadece serbest bırakıp hizmet ettiği sistemin geçerli olması gerektiğini düşünüyorum. Mesela "Sabah kalktığıınz zaman ikiden fazla çay içmeyin, zararlı" denilecek. Gizli gizli çay içme dernekleri kurulacak. (Gülüşmeler) Bunun Kürtçe'yi yasaklamaktan farkı var mı? Bütün yasalar korumak için çıkar, ama bizi korumalarına gerek var mıdır? Soru bu...
Benim sorum da şu: İki dil tartışmasına nasıl bakıyorsunuz?
Bu soruyu gündeme getiren mantık, bir milletin hangi dilde konuşacağına karar vermek herhangi bir siyasi otoritenin üzerine vazife değildir. İnsanların başörtüsü takıp takmayacağı siyasi otoritenin işi mi Allah aşkına? Bir ülkede iki dil de olabilir, 250 dil de olabilir. Bu bir kanun konusu ve siyasal otoritenin burnunu sokacağı bir konu değildir.
Anayasa'da "Türkiye'nin resmi dili Türkçe'dir" diye yazıyor ama?
Kaldırsınlar... Bunu yazan adamı bulup "Baba sen bunu niye koydun" diye sormak lazım. Böyle bir kanun olmasa insanların kimin ne ile konuştuğuyla ilgileneceğini mi düşünüyorsun? Hangimizin böyle bir derdi var? Devletin üzerine vazife olmayan bir konuda kendince bir kanun çıkarmasının yarattığı problemleri yaşıyoruz. Bu kanun bize 430 milyar dolara, 30 bin vatan evladına, ülkenin demokrasiden ve dünyadan kopmasına neden olduğunun farkında mısınız? Kim demiş bu kanunu ya? Bu anayasayı koyan arkadaşın yargılanması gerekmiyor mu? Ben delice buluyorum bu tartışmayı. ABD'de de resmi dil İngilizce'dir diye bir yazı mı var?
Var... Resmi işlemler onlarca dil ile yapılamaz ki?
Herkes istediği dilde konuşsun. Burada sorun ne? 'Ben devletim, kendime de Türkçe'yi seçtim" diyebilir, konu kapandı. Ne istiyorlar başka?
Yargıtay'da biriken kağıt dosyalar için ne diyorsunuz? Her şey kağıtlar yüzünden mi oluyor?
Bravo. Sekiz on kişinin katili şu an serbest. Devletin asli görevi olan şey adaleti sağlamaktır, bunun dışındaki bütün görevleri talidir. Devletin sinemaya yardım etmesi, hastaneler kurması, çocukları eğitmesi gibi bir görevi yoktur. Adalete bütçenin binde 3'ünü ayıran bir devlet savunmaya %25'ini vermişse o ülkede dosyalar birikir ve adalette yerine gelmez. Bu AK Parti'nin de problemi dğeil, 85 yıllık sorun...
1 ton kağıt 4 ağaç kurtarır. Sizin Kağıt filmi neyi kurtarır? (Gülüşmeler)
Yeşilcilerin bu filmi desteklemesi lazım. Ne kadar az kağıt, o kadar çok ağaç adlı felsefi değerlere gelmiş bulunuyoruz. Çok güzel saptama. Bu film insanların kafasında devletin bir hizmet aracı olduğu fikrini uyandırsa bana yeter. Ömür boyu devlet korkusu ile yaşadık.
İsmet Özel "Kağıdın olduğu her yerde üç kağıt vardır" diyor. Doğru mu?
Güzelmiş. (Gülüşmeler) Kağıt hayatın yerine geçince hayat kendine çıkış yolu bulur. Rusya'da bir kağıtla toplum 80 sene öldürülürdü, "Özel mülkiyet yasaktır." Koca Rusya bir kağıtla çöktü. Bu yargılanıp konuşulmadı da. Hala komünizmin iyi bir şey olduğunu konuşup duruyoruz.
Devletler kağıt bağımlısı mı?
İşin trajik yani vatandaşın da kağıt bağımlısı olduğunu görüyorum. En tehlikeli ve trajik olanı bu.
Sizin için hiç mi değerli bir kağıt yok?
ABD Anayasası'nın birinci maddesi çok değerli. İnsanın mutluluğu araması hakkı korunması gereken bir haktır. Bütün toplum bireyin mutluluğu üzerine kurulduğu için kimse mutluluğu 'sen arayamazsın' diyemiyor.
Film 1977'de geçiyor ve o zamanın devrimcilerine de bir gönderme içeriyor. Siz de devrimciydiniz. Sol kimliğin devrim tutkusu kağıt üzerinde mi kaldı?
Önemli olan insanın kendi şahsi devrim treninin aldığı yoldur. Yoksa devrimcilik bir hapishane ya da mahalle baskısı değildir. İnsanın zihninin her sabah kalkıp kendine bir amaç koyarak yol almasıdır. O yüzden benim devrim trenim devam ediyor, hiç durmadı. Ama o akardaşların hangi istasyonda kaldığını ben de bilmiyorum. Onlar ürkütecek kadar karanlık bir yerdeler. Marksist olduklarını iddia eden bu insanların Kemalist olması akıl alacak bir şey değil. Bu iki düşünce yanyana gelemez. Sovyetler Birliği, bütün halkların acı çektiği bir hapisheneydi, kimse sadece Rus halkı için savaşmadı orada. Bunlar o sistemi kurmak için çalışıyorlar madem, neden sadece Türklerin mutluluğu için çalışıyorlar ki? Madem öyle Kürtleri ve Ermenileri de almaları lazım. Bunların Marksist olarak bile tutar tarafları yok.
Solcular kapitalizm ile tanışmadıkları için mi böyle oldu?
Solcular kapitalizmi anlamadı. Sosyalizmi de anlamadılar. Onlar düşmana gerekli, onun adını ABD ve Emperyalizm diye koydular, dostun adını da Sosyalizm koydular. İyi zannettikleri şey dünyanın en büyük cehennemine yol açtı, kötü zannettikleri de bireyin mutluluğu ile dünyanın en büyük ülkesini ortaya çıkardı. Akıl şaşması var, masaya devekuşu diyorlar. Kapitalizm bireyin bencilliği üzerine kurulu, paranın ve fikirlerin serbestçe dolaştığı bir sistem. Onların dediği sistem herkes toplum için çalışsın. Bu şans verildi ve 80 yılda 18 ülkede uygulandı. Sonuç olarak Lenin, Marks, Castro, Stalin'in beceremediğini bizim bu Caddebostan'daki, Çiçek Bar'daki arkadaşlar mı biliyor, ben onu çözemedim. Lenin bilmiyor da Müjdat Gezen mi biliyor bunu yani, olabilir mi acaba? Kemalist sosyalistiz diyorlar, ikisinin yanyana gelmesi mümkün değil. Bir kere Atatürk sosyalist değildi, bunu reddetmiş birisi. Mustafa Kemal kapitalizmi, Batıyı seçmiştir.
Filmin başında "Bu film Kültür Bakanlığı'ndan katkı alınmadan yapılmıştır" diye yazı var. Destek alanlara bir gönderme mi bu?
Gönderme yok. Devletin bu işlerden çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sinemayla devletin ne alakası var ya? Bunu net ve sarih şekilde söylemek lazım. Devletin işi var, gücü var. Devlet adaleti ve güvenliği sağlayacak. Bunun dışındaki görevleri millete devredip kendi işini iyi yapması lazım. Teknik ve küçük hale dönüşmesi gerekir. Sinemaya da, tiyatroya da yardım yapmamalı. Devletin sinemaya yardım etmesinin altında yatan şey sinemacıların devletten yardım istemesidir. Devlet o vergiyi almasa, o havuzdaki paraya sinemacılar da gitmeyecek. Devlet vergiyi kaldırsın yeter.
En son bir kağıda yazdığınız en anlamlı şey neydi?
En büyük ve en gerçek şeyi Kağıt filminin sonuna yazdım. İnsanların bundan haberdar olmadığını gördüm ve çok şaşırdım. O da şu: Devletlerin kağıtlarıyla öldürülen sivil insan sayısı 268 milyon...
Bu kadar işi can sıkıntısından yapıyorum
Yapımcılık, yönetmenlik, senaristlik, reklam çekimleri, yayıncılık, oyunculuk... Hiperaktif misiniz?
Yayın yapıp duruyoruz, kimsenin de okuduğu yok. (Gülüşmeler) Okumaya sağır ve kör insanlar var, bir şey okuma eğiliminde de değiller. Onlar bir şey öğrenmişler, bir kere aydınlanan bir kere aydınlanmıyor bizim ülkede. Ben bu kadar işi can sıkıntısından yapıyorum.
Bu işlerin sizi en çok tatmin eden tarafı ne?
İki türlü insan var, birileri iş yapar birileri şikayet eder. Ben şikayet etmeyi kendime yakıştıramadığım için bu kadar çok çalışıyorum. Cihangir'in barlarına gidin, kafelere gidin iş yapıp edenlerden nefretle bahsederler. Kaderin cilvesi de şudur ki, dünyayı iş yapanlar döndürür. Bütün sanat gözyaşıdır.
'Sinemadan para kazanmamak eşekliktir' demiştiniz. Siz para kazanabiliyor musunuz, yoksa reklamlarla mı subvanse ediyorsunuz?
Bunlar beni mahkemeye vermiş, hakim de demiş ki 'Para kazanmadığınızı ispatlarsanız bu davayı kazanırsınız.' Onlar da "İspatlarsak eşek oluyoruz" demişler. (Gülüşmeler) Vazgeçmişler. Sinemada hiçbir zaman para kaybetmedim. Risk aldığım olsa da dengesi vardır.
Sizin bu aykırı ve dışlanmışlık tarafınız hep var mıydı yoksa bu meslekle birlikte mi başladı?
İşaret parmakları hep burnumun ucundaydı. İlkokuldan beri 'Sen şunu yanlış yaptın' filan dediler. Ben hep yapan eden oldum, onlar da hep şikayet eden oldu. Ne yaparsam yapayım, sonuçta bir şey yapıyor olduğum için yapan eden insanların düşmüş olduğu doğrular ve yanlışlar kadar yaptıklarım. Belki daha çok yanlış yapmışımdır, çok hareket eden çok yanlış yapar. O hiç hareket etmeyip akıllı akıllı oturanlar var ya ben öyle insanlardan hiç hoşlanmam, midem bulanır. Hiçbir şey yapmadığı için hiç de hata yapmaz onlar. Herkeste o baykuş adama gafletle saygı duyar. Onlar da hep lider, sendikacı filan olurlar. 'Sinan sen afişleri bastır' filan diye emir verirler, bir iş yaptıklarını görmedim.
Bütün bu savaşları yapanlar egoizme karşı olup 'biz' diyen insanlardır
AK Parti'ye oy vereceğinizi söyledikten sonra mahalle baskısı gördünüz mü?
Ben Beyaz Türklerin arasında yaşıyorum, ama ya bana söylemiyorlar ya da onlar da değişti. Benden umudu kesmiş olabilirler. (Gülüşmeler) AK Parti'ye oy vereceğimi söylediğimde hiç unutmuyorum 'Iyyyk' diye bir ses çıktı. Sanki bir suç örgütüne oy veriyormuşum gibi. Ama onlar da yavaş yavaş onlar da suç örgütlerinin temizlendiğini, yolların yapıldığını, demokratikleştiğini, mafyanın kalktığını görüyorlardır vicdansız ve kör değillerse.
Size 'iktidar yanlısı' diyecekler yine?
İktidar benim yanımdadır belki de ya! (Gülüşmeler) 'Ben Sinan Çetin'in yolunda ilerliyorum' diyordur belki de. Egonun da son noktası oldu bu da... Doğru bildiğimi söylemek iktidarın yanında olmaksa iktidarın yanındayım ben. İktidar da demek ki doğru yapıyor.
Egosu olmasa Sinan Çetin olur muydu?
Egom kadar başınıza taş düşsün. (Gülüşmeler) Ben de bir ego yok, var ama insanların suçladığı bir kavram değil. İnsanın varoluş anahtarlarının ego denilen insanın iç zenginliği ile oluştuğuna inanıyorum. Ego yeryüzünde cinayet işlememiş, kimsenin başörtüsüne karışmamış, dilleri yasaklamamış, gereksiz kanunlar yapmamıştır... Bütün bu savaşları yapanlar egoizme karşı olup 'Biz' diyen insanlardır. Bizciler egoyu kötüleyerek bizi savaşa davet ettiler ve çok kan döktüler. Hiç ben diyen bir komutan ya da politikacı gördünüz mü? Ben elektriği, uçağı, tv'yi, kitabı bulur. Bu insanlar bir araya geldikçe sadece kavganın ve kanın kaynağı olurlar. Biraraya gelen insanlar savaşmak ya da maça gitmek için biraraya geliyorlar. Hiç kalabalığın bir işe yaradığını gördün mü?
Yönetmenlik bir ızdırapsa bu ızdırabı niye çekiyorsunuz?
Artık çekmeyeceğim, sahne şovuna başlıyorum. (Gülüşmeler) Televizyonda arkadaşlarla bir araya gelip konuşacağım böyle.
1980'den bu yana çektiğiniz filmler içinde hangisini ayrı koyarsınız?
Kağıt'ın gerekli bir film olduğunu düşünüyorum. Bir filmi diğerinden ayırmakta ilk kez soruluyor bana. 14 Numara'yı ve Bay E'yi çok severim. Bay E zamanından önce söylenmiş bir çığlıktır, o yüzden pek kimse anlamadı. 14 Numara'da kerhanede geçtiği için kimse gitmedi.
Ekşi Sözlük niye çok nefret ediyor sizden?
Onlar sadece benden değil iş yapan herkesten nefret ederler. Onlar ağlayanların, zırlayanların, şikayet edenlerin sesidir. Dünyaya bir şey veren, üretici herkesten nefret ederler. O sözlüğe hiç girmedim, girmekte istemem. Sadece benden nefret etseler, dikkat ederdim kendime.
Kendi kendinize sorup da hesabını veremediğiniz bir şey var mı hayatta?
Benim kendime adını pişmanlık olarak koymadığım, yıllar evvel benim çocuklarıma verdiğim imkanı kendime vermem lazımdı. Çok iyi eğitim alma dönemini kaçırdım ülkenin yaşadığı koşullar yüzünden. Çocuklarım şu an İngilizce, Almanca, Türkçe konuşuyorlar, dünyanın her yerinde arkadaşları var. Dünya ile ilgili zihinleri çok açık. Kesinlikle benim yaşımdakilerden daha çok şey biliyorlar. İsterdim hayata daha erken karışmak ve ABD'de sinema eğitimi almak. 70'lerde öyle bir ideolojik cehennem sarmıştı ki? Buradan bakınca o cehennemin sorumluluranı da görüyorsunuz. Toplumu sağ ve sola ayıran gizli devlet örgütlerini, aynı silahla farklı kıraathaneleri bombalayan kötülük dolu devlet memurlarının yeni yeni cezalandırıldığını görüyorsunuz. Başbakanımızı asıyorlarmış, toplumla top gibi oynuyorlarmış, sağcı ve solcu yokmuş! Ne kadar acı! Yıllar sonra bu reailite insanın canını çok acıtıyor.
Zaman