Bir zamanlar Viking gemilerinin karaya yanaştığı, yavaş kan ama derin izler bırakan bir şehirdir Oslo, Kaan İncili, PD okurları için gezdi ve yazdı
Bir zamanlar Viking gemilerinin karaya yanaştığı, karlı bir sabah sislerin arasından sadece kilise çanlarının duyulduğu, yavaş akan ama derin izler bırakan bir şehirdir Oslo. Norveç’in başkenti ama bir başkentten çok daha fazlası… Belki de Kuzey’in tam ortasında, “soğuk” kelimesine bambaşka anlamlar yükleyen bir durgunluğun, bir içsel huzurun şehridir burası.

Kaan İNCİLİ
Kimileri için Nobel Barış Ödülü’nün verildiği şehir, kimileri için Edvard Munch’un "Çığlık" tablosunun doğduğu yer... Ama kim bilir, belki de sizin için bu şehir, gökyüzünün bile insanlara daha nazik davrandığı, yavaşlamanın sadece bir tercih değil bir yaşam biçimi olduğu bir yer olacak.
Oslo’ya adım attığınız ilk anda fark edeceğiniz şey sessizliktir. Gürültünün olmaması değil, sessizliğin bilinçli bir tercih oluşudur bu. Ne acele eden kalabalıklar, ne korna sesleri, ne yüksek sesli satıcılar... Her şey yerli yerinde, olması gerektiği kadar ve gerektiği yerde.
Şehrin kalbi olan Karl Johans Gate, tam anlamıyla Oslo’nun omurgasıdır. Oslo Sentralstasjon (merkez tren istasyonu) önünden başlar, Parlamento binasının önünden geçer, Nationaltheatret (Ulusal Tiyatro) ile el sıkışır ve Kraliyet Sarayı’nın önünde nazikçe sonlanır. Gündüzleri bisikletlilerin, öğrencilerin, turistlerin ve elinde kahvesiyle yürüyen Oslo’luların hayatına tanıklık ederken, geceleri sessizliğin içinden geçip giden hafif bir melodi gibi olur.
AKDENİZ RUHUNU KUZEYE TAŞIMIŞ ŞEHİR
Ama Oslo sadece düz ayak bir şehir değil. Denizi de var, tepeleri de. Özellikle Aker Brygge ve Tjuvholmen, liman kenarındaki restoranları, modern mimarisi ve sanat galerileri ile Akdeniz ruhunu kuzeye taşımış gibidir. Gündüzleri Oslo Fiyordu’nu seyrederek içilen bir kahve, akşamları ise fiyorttan gelen serin rüzgar eşliğinde yenen deniz mahsulleri ile unutulmaz anlar birikir.
Fiyort demişken... Oslo, doğanın şehirle en iyi anlaştığı yerlerden biridir. Her mevsim farklı bir kartpostal sunan bu şehirde, yazın gece yarısına kadar süren gün ışığı, kışın ise karanlık ama yıldızlarla dolu gökyüzü ruhunuzu besleyecek. Kışın beyaz örtüye bürünen Frogner Parkı (ya da asıl adıyla Vigelandsparken), 200'ü aşkın Gustav Vigeland heykeli ile insana dair her duygunun taşa kazınmış hali gibidir. Her bir heykel, bir ilişki, bir pişmanlık, bir özlem ya da bir kabulleniş anlatır.
Ve tabii ki Edvard Munch. Onun “Skrik” (Çığlık) eseri sadece bir tablo değil, belki de Kuzey’in ruh halidir. Munch Müzesi’ni gezerken, renklerin bile neden biraz daha soluk olduğunu, insanların neden göz göze gelmeden selamlaştığını, ışığın neden bu kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
ADALAR: ŞEHİRDEN UZAKLAŞMADAN KAÇIŞ NOKTALARI
Oslo’nun bir diğer sürprizi de adalarıdır. Yaz aylarında kısa bir feribot yolculuğu ile ulaşabileceğiniz Hovedøya, Gressholmen ve Langøyene gibi adalar, şehirden uzaklaşmadan doğayla baş başa kalabileceğiniz eşsiz kaçış noktalarıdır. Kimi zaman piknik yapan Norveçli aileler, kimi zaman kitabını alıp ağacın altına uzanmış yalnız bir genç... Kimse kimseyi rahatsız etmez. Çünkü burada özel alan, fiziksel değil duygusal bir sınırdır.
KENDİMİ BURADA UNUTSAM KİM FARK EDER Kİ?
Sanatı, sessizliği, doğayı, huzuru arayanlar için Oslo tam bir inziva mekanıdır. Ama bu inziva, keşişvari bir yalnızlık değil, sizi siz yapan her şeyi daha net görebileceğiniz bir aydınlanmadır.
Gün batımında Opera Binası'nın çatısına çıkıp Oslo Fiyordu’na karşı oturursanız, gökyüzünün turuncuya döndüğü, denizin koyulaştığı o anlarda içinizden geçen tek cümle şu olabilir:
“Kendimi burada unutsam kim fark eder ki?”
Tatmadan Dönmeyin: Rakfisk (fermente balık), Reindeer stew (Geyik yahni), Kanelbolle (tarçınlı çörek), Aquavit (Norveç rakısı)
Görmeden Dönmeyin: Vigelandsparken, Karl Johans Gate, Oslo Opera Binası, Munch Müzesi, Bygdøy Yarımadası'ndaki Viking Gemi Müzesi
Ertelemeyeceğiniz tek hayaliniz, sizi farklı ufuklara götürecek yeni seyahatler olsun. Sevgiyle kalın.
patronlardunyasi.com