TÜSİAD'dan Ciner'e: İşte tarihi katledenler..
YER İstanbul Tepebaşı. Osmanlı döneminden kalma muhteşem bir bina. Adı Bodvi...

Oğuz Demir'in editör yazısı
YER İstanbul Tepebaşı. Osmanlı döneminden kalma muhteşem bir bina. Adı Bodvi... TÜSİAD, 20 yıl önce satın alıp restore ettirmiş. Ancak bu süreçte binaya ucube bir cam bölüm eklemişler...
Bölge Tarlabaşı. Bir başka tarihi bina. Eski adı Deniz Palas. Yeni adı İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) binası. Bu bina da kısa süre önce bir restorasyondan geçirildi. Üstüne bir cam kafes konup restoran açıldı...
Yine Beyoğlu ve Meşrutiyet Caddesi üzeri. Bir başka 19’uncu yüzyıl yapısı. 1893’te inşa edilen İstanbul’un en prestijli otellerinden Bristol. Şimdi Kıraç ailesine ait Pera Müzesi. O da cam kat mağduru...
Şişhane’deki (Voyvoda) Bankalar Caddesi üzeri. Osmanlı Bankası eski genel müdürlük binası. 1860’ların sonunda inşa edilmiş en görkemli imparatorluk yapılarından biri. O da bir süre önce restorasyondan geçti. Binanın sahibi Garanti Bankası, modaya uyup binanın yanına bir camlı bölüm kondurmuş...
Karaköy ana cadde üzerinde 1876 yapımı bir iş hanı, Fransız Geçidi, Beyoğlu ana cadde üzerindeki Richmond Oteli binası, Frej Apartmanı (Sarkuysan binası), Mısır Apartmanı...
Liste böyle devam ediyor. Saydığımız örnekler dışında İstanbul’da daha birçok “cam kat” ilavesi var. Ülkemizde tarihi bir binanın yanına, yakınına ya da üzerine yeni bir bina yapılacağı zaman “cam” görünümlü olması anıtlar kurulu kararı. Ancak biz buna karşılık söz konusu uygulamaların gerekçesini ve mantığını anlamakta güçlük çekiyoruz. Ve bu tür örneklerin şehrin tarihi dokusunu bozduğuna inanıyoruz.
Sanırsınız bu uygulamayı yapanlar, cam kat eklendiğinde binaya bir nevi görünmezlik kazandırıyor! Ayrıca şöyle bir görüş de var: Cam karşıdan görüntüyü yansıtacak, cephesinde karşıdaki taş binanın silueti görünecek ve bir tür ayna vazifesi yapacak. Teras katını, aradaki boşlukları cam ve benzeri bir malzemeyle kapatmak insanların algısında tuhaflık oluşturmuyor diye düşünülüyor da olabilir...
İşin bir de akademik tanımı var. Klasik binalara cam kaplama, çeşitli modern çizgilerle yeni kat veya alan ekleme suretiyle oluşan mimari çizgiye, günümüzün moda terimiyle "postmodern" deniyor. Önce Amerika'da ortaya çıkmaya başlayan bu hibrit bina akımı (klasik ile modern, gotik ile modern gibi çeşitli ikili tarz kombinasyonlar) Avrupa'ya geldiğinde, özellikle şehir merkezindeki tarihi binaların estetik değerleri bozulmadan yeniden yorumlanması olarak okundu. Viyana, Paris ve Berlin postmodern yenilemelerin başarılı örnekleriyle dolu. Bu binalar binlerce turist çekiyor.
Ancak bu dönüşümlerin başarıyla tamamlanabilmesi için her dönemi iyice özümsemiş, entelektüel birikimi yüksek mimari kadrolar ve görsel estetik konusunda sıkı kurallar, işinde uzman duayenlerden oluşturulmuş koruma kurulları şart. Ülkemizdeki örneklerin kötü olmasının yegane sebebi bu supapların olmaması. Tabii buna ilave olarak bu dönüşümün tamamen rant üzerinden yürümesi.
Evet, “eski yapı” başka, “tarihi yapı” başka bir şeydir. Eski olan her yapıya sağlık, estetik, statik durumlarına bağlı olarak müdahale edilebilir. Tarihi yapılarsa dokunulmazdır.
İsterseniz konuyu bir Karadeniz fıkrasıyla bağlayalım. Temel Amerika’ya gitmiş. “Ne iş yapayım” diye düşünürken müteahhitlikte karar kılmış. Gel zaman git zaman işi büyütmüş. 100 katlı bir bina yapmaya başlamış. Bina bitmiş ama o da ne?.. Temel çatıya fazladan bir kat eklemiş. Bunu görenler sormuş: “100 kat yetmedi mi?” Temel gülmüş ve “Benim kazancım orada” demiş.
Para Dergisi