Seramik sanatçısı Alev Ebüzziya Siesbye: Ben mükemmelliği değil, titreşimi arıyorum
Seramik sanatçısı Alev Ebüzziya Siesbye, yeni eserlerini Fondation Cartier (Paris) ve Pierre Marie Giraud (Brüksel) sergilerinin ardından bu kez Galeri Nev İstanbul’da sergiliyor.

Eserleri dünyanın 36 farklı müze koleksiyonunda yer alan, alametifarikası olan özgün çanakları Christie’s gibi müzayedeevlerinde 40 bin euro civarında satış rakamlarıyla değerlendirilen Alev Ebüzziya Siesbye; Paris’te yaşayan ve bugün dünyada seramik sanatının en önemli temsilcilerinden kabul edilen bir sanatçı.
Oksijen'den Elif Tanrıyar ile röportaj gerçekleştiren sanatçının konuşmasının tamamı şu şekilde:
Sanatçılığının kökleri 12. yüzyıla dayanan entelektüel bir Osmanlı ailesine dayanan Ebüzziya’ların Cumhuriyet ferdi olan sanatçı, İstanbul’da doğdu. Eğitimini İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde tamamladıktan sonra, 1963’te Danimarka’ya, ardından Paris’e uzanan bir sanat yolculuğuna çıktı. Sanat yolculuğunda seramiğe duyduğu tutkuyu ve malzemeyle kurduğu organik bağı hiç kaybetmeyen sanatçının eserleri, zamansızlık, sadelik ve içsel bir dinginlik taşımaktadır.
Sanatçının imzası haline gelen yüksek pişirimli çanakları, geçmişin izlerini modern estetikle harmanlıyor. Yaklaşık 60 yıldır sarmal yöntem ve tahta ayak tornasıyla şekillendirdiği bu çanaklar, sanatçının dokunuşlarını taşırken, yüksek ısılarda pişirildikleri için kaya sertliğinde olup geniş kıvrımlı gövdeleri ve küçük tabanlarıyla havada süzülüyormuş izlenimi veriyor.
ANADOLU’DAN DANİMARKA’YA
Alev Ebüzziya Siesbye, Galeri Nev İstanbul’da kısa süre önce açılan yeni sergisi için İstanbul’daydı. Yıllardır çok büyük bir hayranı olarak izlediğim sanatçıyla galeride gerçekleştirdiğimiz röportaj boyunca, sanatına, köklerine, zamanla olan ilişkisine dair konuşurken, onunla tanışmış olmanın ve sanatına dair bu derin sohbeti yapmanın ne kadar kıymetli olduğunu düşündüm hep.
Sanatçının kelimelerinde var olan duru içtenlik, kişiliğine sinmiş doğal asalet duygusu ve zarafet; eserlerine baktıkça insanı içine çeken o titreşimi anlatırken de kendisini hissettiriyordu. Onun karşısında otururken, bir sanatçının yaptığı işle bütünleşmesine tanıklık etmenin onurunu yaşadım.
Yaklaşık 60 yıllık sanat kariyerine birçok ülkeyi ve kültürü sığdıran Alev Ebüzziya Siesbye; seramik yolculuğunun köklerini Mezopotamya’dan Selçuklu’ya uzanan bir mirasa dayandırıyor. Kendi sanat anlayışını şekillendirirken bu derin kültürel birikimden beslenen sanatçı, 1963 yılında gittiği Danimarka’daki ilk yıllarında yaşadığı deneyimlerini ise şu sözlerle anlatıyor:
“Danimarka’ya gittiğimde seramik anlayışım, oradaki sanat çevresi tarafından yadırgandı. ‘Yüksek pişmiş seramik böyle olmaz, ağır olmalı, kahverengi ve gri olmalı’ dendi. Ama içimden geleni yapmaya devam ettim.” Sanatının yalnızca teknik bilgiyle değil, hisler ve geçmişle kurulan bağla şekillendiğini vurgulayan Siesbye, sadeliğin kökeninin Danimarka değil, doğup büyüdüğü topraklar olduğunu söylüyor: “Derler ki ben sadeliği Danimarka’da öğrendim. Hayır! Biz çocukluğumuzdan beri müthiş bir kültürel mirasla büyüdük, bizim topraklarımızın mirasıdır.”
“UNUTMAMAK İÇİN DEĞİL, HATIRLAMAK İÇİN”
Siesbye’nin çanakları, havada süzülüyormuş hissi uyandıran hafiflikleriyle biliniyor. Ancak bu, bilinçli bir tasarım kararından çok, sezgisel bir mirasın devamı. “Bizim birçok formumuz böyledir. Anneannelerimizin tencereleri bile bu biçimdeydi” diyor. Bu estetik anlayış, ona ait bir keşif değil, doğal bir devamlılık. “Bunu ben bulmadım, bu 3 bin yıllık bir iş. Selçuklulardan bile önce vardı” diyor. “Sanatınızda geçmişe dair güçlü bir his var; sanki binlerce yıl öncesinin bir nesnesine dokunuyormuşuz gibi. Zamansızlık ve arkeolojik referanslar bilinçli bir tercih mi, yoksa süreç içinde doğal olarak mı gelişti?” diye sorduğumda, başta tamamen sezgisel olduğunu söylüyor. “Sevdiğinizi yapıyorsunuz, sevmediğinizi bırakıyorsunuz. Ama nereye varacağını önceden bilemiyorsunuz. Sürekli deneyerek, tekrar ede ede daha bilinçli hale geliyor.” Bu anlamdaki sanat anlayışını ise Montherland’nın şu sözleriyle özetliyor: “Le véritable actualité c’est ce qu’est éternel’ (Gerçek yenilik, sonsuz olandır). Sanatımda da bu zamansızlık hissini yakalamaya çalışıyorum.”
Sanatı sadece geçmişe değil, deneyimlediği anlara da dayanıyor. “Kil, çömlekçilik, tarlanın ortasında duran bir ağaç, bir taş, bir kubbe, anneannemin tenceresi… Bunlar benim anılarıma kazınmış formlar” diye anlatıyor. Danimarka’nın ona kazandırdığı şeyin ise “görmeyi öğrenmek” olduğunu söylüyor: “Bakmak değil, gerçekten görmeyi… Bir objeye bakıp, ‘Bu neden iyi değil?’ diye sorduğunuzda, cevabını verebilmelisiniz. Bu, malzemeyi gerçekten bilmekle ilgili.”
Sanatta tekrar, gelişimin ve ustalığın bir parçası olarak görülür. Ancak Siesbye için tekrar yalnızca teknik bir unsur değil, aynı zamanda belleği yaşatan da bir süreç: “Sanırım yaptığımı bir arkadaşıma şöyle özetlemiştim: Benim yaptığım unutmamak için değil, hatırlamak için.”
“SADELİK BASİT BİR ŞEY DEĞİL”
Onun sanatı, yalnızca bir form yaratma süreci değil, aynı zamanda bellekteki izleri yakalama çabası. Sanatçının belleği, imgeler ve geçmiş deneyimler üzerinden şekilleniyor. Her eserinde, hafızasında yer eden anılar ve sezgisel birikimler kendine özgü bir biçimde yeniden hayat buluyor. Özellikle ünlü mavi çanakları üzerine konuşurken, bu bağlantının ne kadar güçlü olduğunu fark ettiriyor. “Memleketimden çok genç yaşta çıktım. Hep dışarıda yaşadım ve birçok şeyi unutmamak istedim” diye anlatıyor: “Dağarcığımda biriken imgeler benim için çok önemliydi. İnsanlar hep çok bilinen mavi çanaklarımı Boğaz’ı özlediğim için yapıyorum diye düşündü. Ama hayır. Aslında çok hüzünlü bir dönemimde yapıyordum mavileri. Çünkü mavi rahatlatıcı bir renk. Bu, entelektüel bir seçim değildi; tamamen içgüdüseldi.”
Ona eserlerinde hep bir şeylerin peşine düştüğü hissini duyduğumu söylediğimde gülümsüyor ve bu gözlemimi doğruluyor: “O peşine düşmek dediğiniz şey çok önemli.” Sanatta olanakların çoğalmasının, doğruyu bulmayı zorlaştırdığını düşünüyor: “Benim tekrarlarımda biraz da elemeler var. Neyin olmaması gerektiğini de çok düşünüyorum.” Bu nedenle, sanatında mümkün olan en yalına ulaşmaya çalışıyor. “Olabilecek en sadeye doğru gidiyorum” diyor net bir ifadeyle: “Ama sadelik basit bir şey değil. Mezopotamya, Alman ve İskandinav sadelikleri birbirinden çok farklı. Benim sadeliğimse bu anlayışlardan bağımsız, kendi yolunu buldu.”
Onun sanatı, yalnızca estetik değil, boşluk ve doluluk arasındaki dengede anlam bulan bir yolculuk. “Bir motifin hayatını yakalamak çok zor” diyor düşünceli bir şekilde. “Boşluk, doluluk hikayesi… Benim çanaklarımda da olduğu gibi, sadelik sadece dıştan oluşmaz, formun derinliğinde de saklıdır.”
Sanat bazen yıllar sonra anlam kazanan bir içgörüyle şekillenir. Alev Ebüzziya için bu süreç, çocukken farkında olmadan Giorgio Morandi’ye duyduğu hayranlıkla başlamış. “Bayılırdım Morandi’ye, ama nedenini bilmiyordum” diye anlatıyor. Yıllar sonra bir retrospektifte, sanatçının eserlerinde önemli olanın form değil, çerçevenin dışına taşan aura olduğunu keşfetmiş. “Bazen bir iş dışarıya doğru yayılır. İşte benim için önemli olan da bu.”
Arkaik Kuros heykellerine duyduğu ilgiyi de bu bağlamda yorumluyor: “Hiç kıpırdamaz gibi dururlar ama bir ayak hafif önde ve tüm çevresini titreştirir.” Belleğinde yer eden imgeler esas olarak, eserlerinde bir form olarak değil, bir titreşim olarak varlık buluyor.
Sanatı sadece teknik değil, sezgisel bir süreç olarak görüyor. Onun için seramik, ellerle düşünerek şekillenen bir diyalog. Peki ya mükemmellik? “Beni tanımayanlar, işlerimde mükemmeliyetçilik aradığımı düşünüyor. Bu tamamen yanlış. Mükemmellik sıkıcıdır. Ben mükemmelliği değil, titreşimi arıyorum.”
Siesbye’nin eserleri süslemelerden uzak ama derin bir etkiye sahip. Onun için önemli olan, formun kendi içinde bir titreşime sahip olması. O, mükemmelliğin değil, ruh ve varlığın izini sürüyor.
YENİ SERGİSİ: BEYAZIN PEŞİNDE…
Siesbye’nin Galeri Nev İstanbul’da yer alan son sergisi, önceki çalışmalarından farklı olarak beyaz tonların ağırlıkta olduğu bir koleksiyonu içeriyor. Bu tercihinin arkasında neyin yattığını soruyorum: “Fondation Cartier’de düzenlenen bir sergi için davet edildiğimde, konsept beyaz ağırlıklıydı ve ben de buna tamamen katılıyordum. Beyazın yanında neyin iyi duracağına karar vererek eserleri bir bütünlük içinde kurguladım. Renklerin ve formların birbirini tamamlaması gerekiyordu. Tıpkı müzikte olduğu gibi, sergi de bir uyum içinde olmalıydı. ‘Bir Bach cümlesi’ gibi.”
GALERİ NEV İSTANBUL KURUCUSU HALDUN DOSTOĞLU: DİSİPLİNİ VE TUTKUSU ONU ULUSLARARASI SAHNEYE TAŞIMIŞTIR
“60 yılı aşan kariyerinin son 40 yılına yakından şahit olduğum Alev’in çalışma disiplini ve tutkusu onu uluslararası sahneye taşımıştır. Anadolu coğrafyasında binlerce yıldır üretilen bir formu günümüz estetiğine özenle taşıyarak kendisini sanat arenasında ayrıcalıklı kılmıştır. Birçok önemli uluslararası özel koleksiyonda eserleri olan Alev’in eserleri ülkemizde ise Kemal Servi, Ayşe-Kemal Bilginsoy, Melis Okumuş, Nesrin Esirtgen, Sinan Tara, Öner Kocabeyoğlu, Selin Tara, Yasemin-Murat Özyeğin, Ömer Koç gibi daha birçok koleksiyonda yer alıyor.
patronlardunyasi.com