Selim İleri'den ölümle yüzleşme itirafları
Geçtiğimiz senelerde büyük bir rahatsızlık geçiren usta yazar, vefatından sonra neşredilmek üzere yazdığı “Yalnız Evler Soğuk Olur” adlı romanını hayatteyken okuyucuyla buluşturmak istedi. İleri hayatıyla iç içe geçen eserinde hem kendiyle hem de Türkiye tarihiyle yüzleşti.

Everest Yayınları’ndan çıkan romanını okucuyla buluşturan usta yazar rahatsızlığından dolayı romanında bahsettiği evinde yaşamını sürdürüyor. Türkiye Gazetesi'nden Murat Öztekin'in sorularını cevaplayan Selim İleri içtenlikle soruları yanıtladı.
''ÖLÜMDEN DÖNMEM ALLAH’IN İŞARETİ''
“Yalnız Evler Soğuk Olur'un neşredildiğini ölmeden evvel görmek istediniz ve şimdi raflarda... Niçin kararınızı değiştirdiniz?
Çünkü ilk defa siyasi görüşümü bu kadar açıkladım. Açıkladıklarım da tatsız şeylerdi; sağın ve solun otoritelerine karşı uzak duruş vardı. Bunların kullanılmasından korktum. Ancak daha sonra büyük bir sağlık sorunu geçirdim. Ölümden iki defa döndüm. Bunu Allah’ın bir işareti kabul ederek kitabın yayımlanması gerektiğini düşündüm.
Rahatsızlandığımda uzun süre yarı şuurlu kaldım, sanki ölmüş gibiydim. Konuşmamda sıkıntı vardı, hareketlerim problemliydi. Daha sonra bütün bunlar Allah tarafından bana geri verildi. Bu yüzden kitabın yayımlanması için tekrar ölümü beklemek istemedim.
O vakit insan geriye döner gibi oluyor. Daha önce yapmış olduğu hatalar akla geliyor. Bu hastalıklar başıma gelmeden de bazılarına pişman olmuştum ama anılar ateş olup devamlı beni yaktı.
Bana daha sakin, daha sağ duyulu düşünme gayreti geldi. İnsanın hayattayken bazı şeyleri konuşması gerektiğini de düşünmeye başladım. Bazı şeyleri samimiyetle konuşmak bir daha yaşanamamasını sağlar gibi geliyor.
Hatırlıyorum daha evvel tarihi çok fazla yargılamamak, karıştırmamak lazım minvalinde konuşmuştunuz. Artık bir şeyleri düzeltmek için geçmişle hesaplaşmak gerektiğine mi inanıyorsunuz?
Kesinlikle öyle. En azından eli kalem tutan herkesin hesaplaşma yapması gerekiyor. Eserde de farkındaysanız bir roman yapısı var ama içerisinde çok sayıda öldürülmüş, haksız yere asılmış insanın dramı geçiyor. Erdal Eren ve Adnan Menderes de var, MHP’den çocuklar da...
Evet, Menderes’i de unutmamışsınız...
İlk sarsıntıyı geçirdiğim üç gece hastane yatağında tamamen bilinçsiz yaşamışım. O zaman yanımda kalan bir arkadaşım söyledi; sabaha kadar Adnan Menderes’ten özür dilemişim “Ben size bir şey yapmadım!” demişim.
Acaba Menderes’in haksız idamına dair bir sorumluluğunuz olduğunu mu düşünüyordunuz?
O zaman ilkokuldaydım. Böyle bir şey olamaz ama sonradan ona yapılanların haksızlık olduğunu çok fazla açıklamamanın verdiği rahatsızlık vardı. Vatandaş olarak bunu dışarı vurmayarak adım adım diğer haksız olaylara yol açtığımızı düşündüm.
Romandaki anlatıcı ve ana karakter de enteresan. “Aynı da değil gayrı da değil” diye bir ifade var…
Tabii, her yazı bir yansıma. Ana karakter de eski bir romanımın kahramanı. Vaktiyle alay ettiğim insanın, aslında topluma bir şeyler katmış biri olduğunu göstermek istedim. Süha Rikkat’i o yüzden gündeme getirdim.
''YALNIZLIK HAYATIN SÜRÜKLEDİĞİ BİR YER''
İlk öykünüzün isminde de yalnızlık geçiyor, sonra romanınızda da… Romancılar için yalnızlık bir sürükleniş mi, yoksa bir tercih midir?
Hem o hem de o… Benim için yalnızlık hayatın sürüklediği bir yerdi ama bir açıdan da çalışmak için imkân oluşturdu. Eğer düzenli bir aile hayatım olsaydı aynı rahatlıkla çalışamazdım. Sanıyorum bu, birçok yazarda var.
''TÜRKİYE’DEKİ İNSANLARIN ACILARI UNUTULMASIN''
Aslında yazdıklarınız bir vasiyet gibi… Bunun dışında okuyucularınıza bir vasiyetiniz var mı?
Türkiye, insanların çok acılar yaşamış olduğu bir ülke. O insanların yaşadığı acıların unutulmaması gerekiyor. Tek vasiyetim bu.
''GENÇLERİN İSRAİL'E İTİRAZI ÇOK ÖNEMLİ''
Bir edebiyatçı olarak dünyanın şu anki bulunduğu kaotik durum ve Filistin’deki savaş size ne düşündürüyor?
Bunların artık son savaşlar olduğunu düşünüyorum. Bugün Fransa gibi dünyadaki olaylara uzaktan bakmış bir ülkedeki genç nesiller bile İsrail’e itiraz ediyorlar. Bu çok önemli bir işaret. Hiç ummadığımız milletler, Doğu’da yapılan kötülüklere karşı.
RESİMLERİMİ SERGİLEMEKTEN UTANIRIM
Yıllar sonra resim yapmaya başlamışsınız. Bu merak nasıl oluştu?
İki buçuk sene hastanede yaşadıktan sonra evime gelince uzun süre kafamı toparlayıp kitaplarla meşgul olamadım. İlk gençliğimde resim yapmaya çalışırdım. Sonra kırklı yaşlarda tekrar denemiştim. Yapamadığıma karar verip bırakmıştım. “Bir kere daha deneyeyim, olmasa da yapacağım” dedim. Resim vakit geçirici bir şey oldu, beni oyaladı. Hoşuma da gitmeye başladı. Ama bunları sergilemekten utanırım.
Şimdi uzun vadeli romansı bir şey yapmaya çalışıyorum. Doğrusu o bittiği vakit ne yapacağım diye korkuyorum.
''ŞİİR YAZMAYI ÇOK DENEDİM HEPSİNİ YOK ETTİM''
Gerçeği en fazla nasıl yansıtabilirim düşüncesiyle yaptım. Ahmet Haşim “Bir yazı natamam olmalı” diyor. Bütün estetik görüşümü baştan aşağı belirleyen şey o cümle oldu. Çünkü tamam olan ilahi bir şey, natamam ise insana aittir.
Çok istedim şiir yazmayı. Çok da denedim. Hepsi başarısız oldu ve tamamını yok ettim. Sonra düz yazıda bunu yapmak istedim. Ama bilinçli yapmadım. Tabii, sonra bazı büyük şairlerden güç de aldım. Mesela Attilâ İlhan “Sen farkında değilsin, yazdıklarını alt alta koy dize olur” demişti. Bu sözler çok mutlu edici ama esas şiir bambaşka bir şey. Allah’ın verdiği bir kabiliyet var, onunla kifayet etmek gerekiyor.