Profesör Doktor Osman Müftüoğlu PD okuyucuları için kaleme aldı, Patronun alzaymır sorusu
Başlıktaki tadsız cümle son günlerde çok sık karşılaştığım sorulardan biri. Peki bu sorunun kesin değilse bile “doğru”ya en yakın yanıtı ne?

Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU
Araştırdığım kaynaklar bakın ne diyor…
Bu soru yalnızca tıbbi bir merak değil. Hafızanın, kimliğin, kişiliğin ve geleceğin güvenliğine dair derin bir kaygı. Annesi ya da babası Alzheimer olan herkes bir noktada aynı endişeyle yüzleşiyor. Bilimin bugün geldiği noktada verilebilecek en dürüst yanıt şu: Alzheimer ani başlayan bir hastalık değil, kader hiç değil. Yıllar öncesinden iz bırakan, sessiz ilerleyen ve erken yakalanırsa yönetilebilen bir biyolojik süreç.

Genetik bu tablonun önemli ama sınırlı bir parçası. En sık konuşulan risk geni APOE ε4. Bu geni taşıyan kişilerde Alzheimer riski artıyor; ancak bu, hastalığın mutlaka gelişeceği anlamına gelmiyor. APOE ε4 taşıdığı hâlde yaşamı boyunca Alzheimer olmayan çok sayıda insan var. Tersine, bu geni taşımadan alzheimer olanlar da az değil. Nadir görülen ailesel alzheimer formlarında PSEN1, PSEN2 ve APP gibi genler söz konusu olsa da, bunlar tüm Alzheimer vakalarının çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Genetik testler bize “risk eğilimini” gösterir, “hastalığın başlayıp başlamadığını” değil.
Asıl kritik bilgi burada başlıyor. Alzheimer, unutkanlık başlamadan çok önce başlar. Modern nörobilim artık şunu net biçimde söylüyor: Hastalık belirtilerden 10–20 yıl önce sessizce ilerler. Kişi günlük hayatını sürdürürken beyinde amiloid birikimi artar, tau proteinleri bozulur, sinapslar yavaş yavaş kaybolur ve nöroinflamasyon gelişir. Bellek hâlâ yerindeyken biyoloji çoktan değişmeye başlamıştır.
Bu yüzden güncel yaklaşım “teşhis koymak” değil, “geleceği taramak”tır. Bu yaklaşımın adı cognoscopy’dir. Kolonoskopinin bağırsak için yaptığını, cognoscopy beyin için yapmayı hedefler. Yani belirti ortaya çıkmadan, sessiz dönemde riskleri görmek. Check-forward kavramı da buradan doğar. Klasik check-up bugünü sorgular; check-forward ise geleceği. “Şu anda hastalık var mı?” sorusu yerine “önümüzdeki 10–20 yılda hangi biyolojik riskler büyüyor?” sorusunu sorar.
Bu yaklaşımı mümkün kılan en önemli gelişmelerden biri sıvı biyopsi testleridir. Artık Alzheimer riskini yalnızca beyin görüntülemeleriyle değil, kan testleriyle de okuyabiliyoruz. p-Tau217, p-Tau181 ve p-Tau231 gibi fosforile tau proteinleri, GFAP gibi astrosit aktivasyon belirteçleri ve NfL gibi nöronal hasar göstergeleri bu alanda öne çıkıyor. Özellikle p-Tau217, Alzheimer’a özgüllüğü en yüksek biyobelirteçlerden biri olarak kabul ediliyor ve klinik belirtilerden yıllar önce risk sinyali verebiliyor. Bu testler tanı koymaz; ama biyolojik yönelimi gösterir. Yani “beyin Alzheimer yönünde bir yola girmiş olabilir” der.

Kan testleri biyolojiyi anlatırken, yapay zekâ destekli sistemler beynin performansını ve olası geleceğini okumaya çalışır. BrainKey gibi platformlar; bilişsel testleri, biyobelirteçleri, yaş, eğitim düzeyi, genetik eğilimler ve yaşam tarzı verileriyle birleştirerek kişiye özel bir beyin yaşı ve bilişsel risk profili oluşturur. Amaç hastalık etiketi koymak değil, erken uyarı üretmektir. Böylece kişi hâlâ iyiyken önlem alma şansı doğar.
Risk saptandığında yapılacak en büyük hata beklemek olur. Çünkü Alzheimer riski yönetilebilir bir risktir. Yönetim tek bir ilaçtan değil, çok katmanlı bir stratejiden geçer. Metabolik sağlık bu stratejinin merkezindedir. İnsülin direnci, tip 2 diyabet, abdominal obezite ve dislipidemi Alzheimer riskini belirgin biçimde artırır. Beyin enerjisini verimli kullanamaz hâle geldiğinde bilişsel rezerv hızla erir.

Uyku, özellikle derin uyku, beyindeki toksik proteinlerin temizlenmesi için vazgeçilmezdir. Kronik uykusuzluk Alzheimer sürecini hızlandırır. Düzenli fiziksel aktivite, özellikle aerobik egzersiz ve kas gücünü koruyan çalışmalar, beyinde nöroplastisiteyi ve BDNF üretimini destekler. Beslenmede Akdeniz ve MIND diyeti benzeri antiinflamatuvar yaklaşımlar öne çıkar. Takviyeler tek başına çözüm değildir; ancak omega-3 yağ asitleri, D vitamini, B12–folat dengesi ve bazı polifenoller doğru bağlamda destekleyici olabilir. Stres yönetimi ve sosyal bağlar ise çoğu zaman küçümsenir ama beyin sağlığının en güçlü koruyucularındandır.
OM AGE LONGEVITY yaklaşımının İKİNCİ ELLİ hedeflerinin bir numarasında NÖRODEJENERATİF YAŞLANMA ve öncelikle de ALZAYMIR NASIL ÖNLENİR, NASIL GECİKTİRİLİR ya da NASIL FRENLENİR sorularına çözüm üretmek var. BRAİN-SPAN kavramını ve KOGNOSKOPİK CHECK-FORWARD yaklaşımını nörolog ve psikiyatrist hocalarımızla tam da bu amaçla geliştirdik.
patronlardunyasi.com















