Edebiyatla içli dışlı, kahveyle sarmaş dolaş bir İtalyan şehri: Trieste
Bir şehir düşünün ki İtalya’da ama kalbi biraz Viyana’da atıyor. Slovenya’ya bir göz kırpıyor ama kimliğinde Habsburg damgası var. Adriyatik’in ucunda, kibar bir yalnızlıkla denize yaslanmış, geçmişiyle barışık, edebiyatla içli dışlı, kahveyle sarmaş dolaş bir şehir.

Kaan İNCİLİ
Trieste öyle bir yer ki, ne bir Roma gibi kalabalık ne de bir Napoli gibi gürültülü. Ama sokaklarında yürürken insanın içinde hem İtalya’nın sıcaklığı hem de Orta Avrupa’nın zarafeti eş zamanlı yankılanıyor. Çünkü burası İmparatorlukların kavşağında büyümüş bir liman çocuğu. Bir yandan denize açılmış, bir yandan kültürlere ev sahipliği yapmış. James Joyce’un bir zamanlar yürüdüğü sokaklarda yürümek, Italo Svevo’nun yazdığı atmosferi solumak, Trieste’yi bir kentten çok bir hikâye kitabına dönüştürüyor.
Şehir merkezinde Piazza Unità d’Italia, tam bir başyapıt. Arkanızda Habsburg zarafetiyle yükselen beyaz mermer binalar, önünüzde sonsuz bir mavilik… Bu meydan, Avrupa’nın denize açılan en büyük meydanı olarak sizi karşılıyor ve şöyle fısıldıyor: “Burada zaman sadece saatle ölçülmez, bazen bir kahveyle, bazen bir melankoliyle akar.”
Kahve demişken… Trieste, İtalya’nın kahve başkentidir. Lavazza, Illy, Hausbrandt gibi markaların doğduğu yer burasıdır. Hatta öyle ki, Triesteliler kahveyi farklı bir dille sipariş eder. Espresso yerine “nero”, cappuccino yerine “capo” derler. Caffè San Marco, sadece kahve değil, bir edebiyat mabedidir. İçeride otururken kitabınızı okuyan bir hayalet görürseniz şaşırmayın, belki de Svevo hâlâ bir şeyler karalamaktadır.
Eğer biraz doğa, biraz tarih, biraz da deniz havası isterseniz, Miramare Şatosu sizi bekliyor. Denizin hemen kıyısında, beyaz mermerleriyle masalsı bir duruşu var. Habsburg Prensi Maximilian için yapılmış bu şato, okyanuslara açılan hayallerin, yazgıya dönüşen gerçeklerin durağı gibi.
Trieste, sadece meydanları ve kıyı şeridiyle değil, aynı zamanda müzeleriyle de kültürel bir zenginlik sunar. Özellikle Revoltella Müzesi, modern sanat severler için muazzam bir adres. Baron Pasquale Revoltella’nın neoklasik konutunda kurulan müze, hem yapısıyla hem içeriğiyle göz doldurur. İtalyan ve Avrupa modern sanatının önemli örneklerini görebileceğiniz bu müze, Trieste’nin kültürel yüzünü anlamanın en şık yollarından biri.
Bir diğer özel adres ise Civico Museo del Mare – yani Denizcilik Müzesi. Trieste’nin yüzyıllardır süren denizcilik geleneğini, eski gemi modelleri, haritalar ve deniz araçları üzerinden keşfetmenize olanak sağlar. Denizle iç içe bir şehirde, denizin hikâyesini dinlemek fazlasıyla anlamlı olacaktır.
Gelelim akşama…
Trieste’de gün batarken şehir başka bir yüzünü gösteriyor. Liman boyunca uzanan Rive caddesi, gençlerin, çiftlerin ve gününü keyifle sonlandırmak isteyenlerin buluşma noktası. Deniz kokusu, müzik sesine karışıyor.
Via Torino ve Cavana bölgesi, hareketli akşamların kalbi. İrili ufaklı barlar, canlı müzik yapan mekânlar, butik şarap barları ve lokal biraları deneyebileceğiniz yerler burada. Bazı yerlerde Caz çalıyor, bazı yerlerde İtalyan popu… Ama her masada bir şey değişmiyor: Dostlukla kaldırılmış kadehler ve keyifle uzayan sohbetler.
Bir bardan çıkıp hemen köşedeki tatlıcıdan sıcak bir strudel almak ya da geceye bir Illy espresso ile noktayı koymak Trieste usulü veda şekli olabilir.
Sokak lezzetlerinden uzak duramayanlardansanız, burası size ilginç bir karışım sunacak. Bir gün Jota çorbasıyla Sloven etkisini hissederken, başka bir gün prosciutto crudo eşliğinde saf İtalyanlık yaşayabilirsiniz. Ama en güzeli, deniz ürünleri… Adriyatik’in taptaze balıkları, Trieste usulü sade ama zarif tabaklarla servis edilir.
Tatmadan Dönmeyin: Jota (lahana ve fasulye çorbası), Calamari alla Triestina, Prosecco şarabı, Presnitz tatlısı, Illy kahvesi
Görmeden Dönmeyin: Piazza Unità d’Italia, Miramare Şatosu, Caffè San Marco, Grotta Gigante, Carso Platosu
Ertelemeyeceğiniz tek hayaliniz, sizi farklı ufuklara götürecek yeni seyahatler olsun. Sevgiyle kalın.
patronlardunyasi.com