Roland Garros’ta Carlos Alcaraz’ın direnişi, Federer’in sözleri ve kızıl toprakta yazılan zihinsel bir zaferin hikâyesi
Simon Kuper, ‘Futbol Asla Sadece Futbol Değildir’ derken bizlere bir sürü şey öğretti, bakış açımızı farklılaştırdı. Bugün Prof. Dr. Çisil Sohodol’un Roland Garros’un kızıl toprak kortundaki Alcaraz, Sinner finalini yorumladığı yazısını okurken de benzer duygulara tanık olduk. Patronlar Dünyası okurları ile bu yazıyı buluşturmak istedik.

Tıklım tıklım tribünler, yüzlerce ülkeden canlı yayın, kızıl bir kort, karşılıklı iki raket…
Tıklım tıklım tribünlerin sesi, aslında o büyük sessizliği…
Herkes tekrarı olmayacak o finale odaklanmış.
Hayatta bu değil mi esasında kimi zaman…
Tekrarı olmayan finalleri oynamak.
O halde bundan sonrasını Çisil Sohodol’un yazısına bırakalım:
Bu maç, bireyin kendi iç sınırlarını zorladığı bir anlatıya dönüştü. İletişim kurduğu kişi rakibi değil, kendi iç sesi oldu. Ve hepimiz o sesin yankısını duyduk: “Devam et.” Bu, yalnızca bir sporcunun zaferi değil, sınav sonuçlarını bekleyen bir gencin, iş görüşmesinden eli boş dönen bir kadının, sabah tekrar yola çıkmak için kendini zorlayan bir babanın hikâyesiydi.
Paris’te yaz henüz başlamıştı ama toprak her anlamda çok sıcaktı. Gerginlik, kortun her köşesine sinmişti. Ve milyonlarca insan, 8 Haziran 2025’te, yalnızca bir tenis maçı izlediğini sanıyordu. Oysa Roland Garros’un o kızıl zemininde oynanan final, yalnızca bir şampiyonluk değil, bir çağın anlatısıydı. Carlos Alcaraz ve Jannik Sinner’in raketleriyle yazdığı bu epik hikâyede, aslında hepimiz biraz kendimizi izledik. Çünkü bu final, yalnızca bir sporcunun değil; direnmenin, düşüp kalkmanın, anlam arayışının ve insan ruhunun sahnesiydi.
Carlos Alcaraz, iki set gerideydi. Fiziksel olarak zorlanıyor, zihinsel olarak sınanıyordu. Rakibi Sinner güçlüydü, istikrarlıydı, neredeyse kusursuzdu. Ama o gün kusursuzluk değil, kusura rağmen ayakta kalabilmek kazandı. Ve belki de bu yüzden, o gün kortta sadece bir raket değil, bir karakter yükseldi.
ZAHMETSİZ GİBİ GÖRÜNENİN ARDINDAKİ GERÇEK
Roger Federer, kısa süre önce Dartmouth Üniversitesi’nde mezunlara yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Zahmetsiz gibi görünen hiçbir şey gerçekten zahmetsiz değildir. Eğer kolay görünüyorsa, sadece çok çalıştığım içindir.”
Bu cümle, 8 Haziran sabahı Alcaraz’ın zihninde yankılanıyor muydu bilinmez. Ama korttaki her hareketiyle bu söze cevap veriyordu. Her adımı, her geri dönüşü, her topun peşinden son kez koşuşu… Kolay görünüyordu çünkü acının ve emeğin dilini öğrenmişti. Çünkü çaba, onun için bir davranış değil, bir kimlikti.
Alcaraz’ın zaferi bir hatasızlık masalı değildi. Aksine, hataya rağmen vazgeçmeyen bir zihnin, çökmeyen bir iradenin öyküsüydü. Çünkü kortta olduğu kadar hayatta da önemli olan, baştan kusursuz olmak değil, tökezlediğinde devam edebilmektir. Federer’in de dediği gibi:
“Disiplin bir yetenektir. Sabır bir yetenektir. Kendine inanmak da bir yetenektir. Ve bu yetenekler doğuştan gelmez. Çalışılarak edinilir.”
Alcaraz’ın korttaki en büyük yeteneği tam da buydu: Direnç.
0-2 GERİ DÜŞMENİN EVRENSEL HÂLİ
Bu maç, bireyin kendi iç sınırlarını zorladığı bir anlatıya dönüştü. İletişim kurduğu kişi rakibi değil, kendi iç sesi oldu. Ve hepimiz o sesin yankısını duyduk: “Devam et.” Bu, yalnızca bir sporcunun zaferi değil, sınav sonuçlarını bekleyen bir gencin, iş görüşmesinden eli boş dönen bir kadının, sabah tekrar yola çıkmak için kendini zorlayan bir babanın hikâyesiydi.
Çünkü hepimiz bir yerde 0-2 gerideyiz.
Kimimiz bedenimize karşı, kimimiz koşullara, kimimiz kendimize karşı oynuyoruz bu hayatın kortunda.
Kimimiz çoktan tie-break’e kalmış durumdayız.
Ama bazen, sadece oyunda kalmak bile bir zaferdir.
Ve Federer’in hatırlattığı gibi:
“Bu sadece bir puan. Ama geçtiğinde, gerçekten geçmişte kalmalı. Çünkü sıradaki puan, en önemlisi olmak zorunda.”
Hayat da böyle işlemiyor mu zaten? Büyük hedefler için çıktığımız yollarda kaybettiğimiz onlarca küçük “puan” var. Her bir hata, her bir eksik cümle, geciken karar, kaçırılan fırsat… Hepsi birer puan. Ama oyunun kendisi devam ediyor. Yeter ki biz bir puanı evrensel bir yenilgi gibi yaşamayalım.
Federer, kendi kariyerinden örnekle, “Bin 526 profesyonel maçta toplam puanların yalnızca yüzde 54’ünü kazanabildim” diyordu. Bu ne demek? Dünyanın en iyisi olsanız bile neredeyse iki puandan birini kaybediyorsunuz. O hâlde mesele kazanmak değil. Mesele, kayıpları unutarak bir sonraki puana hazırlanabilmek.
BİR MAÇTAN FAZLASI: İÇERİDEN GELEN DÖNÜŞ
İşte bu yüzden, Alcaraz’ın galibiyeti sadece bir skor değil, bir zihinsel devrimdi. Dördüncü setin ortasında, neredeyse tamamen yitirmiş gibi görünen o odak, o inanç, o irade… bir anda yeniden doğdu. Nefes nefese kaldığı anlarda bile zihni nefesi tutmadı. Sarsıldı ama kırılmadı. Bekledi, yavaşladı ama hiçbir zaman oyunun dışına düşmedi. Çünkü gerçek güç, en karanlık anda bile içeriden yanmayı sürdürebilmektir.
O gün kortta, Federer’in o sabah Dartmouth çimlerinde söylediği her şeyin canlı bir örneği oynanıyordu. “Zahmetsiz”in bir yalan olduğunu, puanların kaybedilebileceğini ama oyunun devam ettiğini, hayattaki asıl mücadelenin bir sonraki hamleye hazır kalmak olduğunu biz sadece dinlemedik—izledik.
SESSİZLİĞİN ÖĞRETTİĞİ
Maçın son seti yaklaştıkça tribün sessizleşti. Tansiyon yükseldi. Ama Alcaraz’ın yüzünde sakin bir direnç vardı. O an, sanki yalnızca bir tenisçinin değil, hayatın kendi temposunun bir özeti gibiydi.
Zorluk gelir.
Nefesin kesilir.
Ama devam edersin.
Çünkü kimi dersler yalnızca sesle değil, sessizlikle verilir.
Ve biz, o küçük kortlarda öğrendiğimiz sabırla, kendi büyük hayatlarımızda yol alırız.
Final değil, bir başlangıç
Alcaraz o gün, sadece maç kazanmadı.
Bir jenerasyonun yorgun, kaygılı, arayışta olan ruhuna şöyle dedi:
“Kaybediyor olabilirsin. Ama yenilmiş değilsin.”
Çünkü bazen oyun kaybedilir, ama inanç kalır.
Skor geride olabilir, ama mücadele hâlâ senin elindedir.
Bu, özellikle gençler için çok değerli bir mesaj. Çünkü çoğumuz kendimizi geç kalmış, eksik, hazırlıksız hissediyoruz. Ama Federer’in mezuniyet sahnesinde söylediği gibi:
“Bazen hazır olmadığını düşündüğün anda başlamak zorundasın. Ve sonra, ne kadar hazır olduğunu fark edersin.”
Carlos Alcaraz, 8 Haziran 2025’te, hazır olduğunu dünyaya kanıtladı.
Ama asıl önemli olan, o maçı izleyen bizlerin kendi hayatına dönüp şu soruyu sormasıydı:
Ben nerede oyunu bırakmıştım?
Çünkü belki de bu yazının tek cümlelik özeti şu olabilir:
Hayat bir maç değil, bir dizi puandır.
Ve sen bir puanı kaybediyorsan, her şeyi değil, sadece o anı kaybediyorsun.
Şimdi yeni puan için hazır mısın?
patronlardunyasi.com