Parmağındaki yüzük kaç karat?
Mardan Palace'a 1.5 milyar dolar yatıran İsmailov'un nedir bu altın düşkünlüğü

Mine Şenocaklı'nın yazısı
Parmağındaki karatını hesap edemediğim tektaş pırlantayı saymazsam, gayet de mütevazı biri Mardan Palace'a 1.5 milyar dolar yatıran Telman İsmailov. Ve bir o kadar da samimi... En azından ben samimiyetine inanıyorum. Bu oteli prestij için yaptığını söylerken de, açılışa gelen Sharon Stone, Monica Bellucci ve Richard Gere gibi şöhretlere tek kuruş para vermediğini söylerken de... Hatta dayanamayıp, “Bu altın düşkünlüğü nereden geliyor?” diye sorduğumda, verdiği yanıttan da... Şöyle bir bakıyor, “Sende de olsa sen de kullanırsın!” diyor. Ne cevap vereyim bilemiyorum. Ama büyük konuşmamakta fayda var!
Lüksten hoşlanmam, daha doğrusu bir garip hissederim kendimi... “Mardan Palace'a gideceksin” dediğinde Genel Yayın Yönetmenimiz, hissetiğim yine garip bir rahatsızlık oldu. Ama emir demiri keser! Mardan Palace, daha açılmadan zaten haber olduğundan yeterince bilgim vardı. Büyüklükse büyüklük, lüksse zirvesi, ihtişamsa âlâsı... Hani neredeyse Dubai'ye fark atar cinsten... Yani tam bana göre!..
Atladık uçağa, öğle saatlerinde Antalya'daydık. Mardan Palace, Antalya'nın en lüks otellerinin yer aldığı Kundu'da... Havaalanına yarım saat mesafede... Daha uzaktan kapısını görünce anlaşılıyor. Bu mekanda bir farklılık var. Otel demek, biraz olayı basitleştirmek olur, Mardan Palace bir saray...
Henüz lobiye ayak basmadık ama kendimi hanedandan hissetmeye başladım bile. Otelin kapısında bir yeniçeri, “Mine Hanım, Mardan Palace'a hoşgeldiniz” diye karşılıyor. Vallahi Hürrem Sultan gibiyim! Gerçi buraya gelen herkese aynı karşılama yapılıyor, yani bu kapıdan adım atan herkes sultan!..
Dolmabahçe Sarayı gibi
Otelin giriş kapısında iki araba, tahmin ettiğiniz gibi olacak tabii; biri siyah cabrio Rolls-Royce, diğeri onun akrabası Bentley... Öğreniyorum ki, bu Rolls-Royce'un Türkiye'de bir eşi yok. Fiyatını söyleyeyim, 1.5 milyon dolar.
Ben arabalara dalmış, öyle bakıyorum. O sırada otelin sahibi Telman İsmailov geliyor. Üzerinde bembeyaz bir gömlek, keten bej bir pantolon... Sade giyinmiş, tek bir istinası var, karatını hesaplayamadığım parmağındaki tektaş pırlanta! İsmailov, gayet cool, “Hoşgeldiniz” diyor, ben de “Hayırlı olsun” diyorum. Söyleşiyi ertesi gün Ekonomi Müdürümüz Ercan İnan geldiğinde yapma kararı alıyoruz. Ve ayrılıyoruz.
Bu yüzüğün ve sahibinin öyküsünü sonra anlatacağım sizlere... Şimdi bu sarayı keşfetme zamanı. Otelin lobisindeyim. O da ne? Sanki Dolmabahçe Sarayı'nın girişi, tek farkı daha büyük olması. Dönen merdivenlerle çıkılıyor üst katlara, tıpkı Dolmabahçe Sarayı'ndaki gibi... Dört devasa avize sarkıyor beş kat yüksekliğindeki tavandan... Tavana takılıyor gözüm, vitraylardan bir kubbe, tam bir renk mozaiği...
Nereye bakacağını şaşırıyor insan, zira her şey parıldıyor hipnotize edercesine... Merdiven korkululaklarının süslemeleri alıyor gözümü. Neden mi? Hepsi altın tozuyla kaplı da ondan. Zemindeki halıların çoğu ipek, sanki yüz yıl öncesinde yapılmış gibi... Osmanlı saraylarındakinin aynısı. Koltuklar, kanepeler, puflar, masalar da ihtişamda birbirleriyle yarışıyor. Sanki biraz önce Osmanlı İmparatoru kalkmış üstlerinden...
Havuz yüz yüz bitmiyor
Lobide durmuş bir oraya bir buraya bakmakla ne kadar zaman geçirdiğimi hatırlamıyorum. Artık biraz da odaları görmek lazım. Benim odam, Dolmabahçe bölümündeymiş. O zaman anlıyorum ki, Mardan Palace saray içinde saraylardan meydana geliyor. Otel, 'U' şeklinde inşa edilmiş. Ortada Dolmabahçe Sarayı'ndan esinlenen bölüm yer alıyor. Sağ kısmında Avrupa, solda ise Anadolu yakaları bulunuyor. Bu iki bölümü tıpkı İstanbul gibi minyatür bir boğaz ayırıyor. Boğazı birleştiren bir köprü yapmayı da ihmal etmemişler. Bir farkla, buradaki köprü çok daha sade ve romantik. Leonardo da Vinci'nin tasarladığı ve Haliç üzerine yapılması planlanan köprünün bire bir aynısı... Ve hemen boğazın bitiminde Kız Kulesi göz kırpıyor, üstelik normalinden 5 metre daha yüksek. Herbir katında farklı bir restoran hizmet veriyor.
Hâlâ odaya girebilmiş değilim, zira nereye baksam ağzım açık kalıyor. Belçika'dan gelip Mardan Palaca'da Halkla İlişkiler Müdür Yardımcılığı'nı üstlenen Songül Altun, bu ihtişamı rakamlara döküyor arada bir... Mesela dekorasyonda 30 kilo altın kullanılmış. Tam 23 bin metrekare mermer kaplıyor zemini ve duvarların bir bölümünü... Mardan Palace'ın ortasında öylesine bir havuz var ki, aynı anda bin kişi kullanabiliyor. Hani koskoca bir plaj sanki... Tam 296 metre uzunluğunda, yüz yüz bitmiyor. Ayrıca onu çevreleyen bir kanal var; herdaim iki gondol misafirleri gezdirmek için emre amade.
Geceliği 18 bin euro!
Mardan Palace, 180 bin metrekare üzerine kurulu. 560 oda ve suitten oluşuyor. İki özel oda var ki, başlı başına birer konak, her biri tam 600 metrekare ve her türlü lüksle bezenmiş. İçlerinde yüzme havuzu, hamam ve jakuzi var. Gecelik konaklama bedeli 18 bin euro. Ben içimden “Boştur herhalde bir görsem mi?” diye geçirirken, ikisinin de dolu olduğunu söylüyor Altun. Gerçi bu otelde normal standartlarda herhangi bir oda bulmanız mümkün değil. Hepsi de kendine göre farklı bir lüks. Artık benim de lüksü yaşamam gerek.
Odaya giriyorum. Yorgunum, uzanıyorum sultanlara layık yatağa... Sıcak ve nemli Antalya'da serin mi serin bir oda... Bir gariplik var, müthiş bir sükunet... Klimanın o vınlama sesini duyamıyorum. Derken uyuya kalıyorum. Sabah uyandığımda, “Eyvah klima açık uyudum. Kesin tutulmuşumdur” diye düşünüyorum, ama müthiş dinçim... Sonradan öğreniyorum ki, klimaların sessiz çalışmasını sağlamak için tam 15 milyon dolar fazladan harcamışlar!
Kahvaltı salonundayım, Telman İsmailov ile randevumuzdan önce kahvaltı edeceğim. O da orada, tanıdık misafirlerin masalarını gezip, hal hatır soruyor. Hintliler, İsrailliler, Ruslar, Mısırlılar, Yunanlar ve daha çeşit çeşit milletle dolu salon... Söylememe gerek yok, aslında hepsi tek bir milletten, zengin milletinden...
Bu otelde bir tek kahvaltı alakart değil, ama açık büfede gerçekten de yok yok. O kadar çeşit içinde biraz beyaz peynir, zeytin, yumurta ve çayla kahvaltıyı bitirmiş olmama ben bile kızıyorum. Ama huy huydur işte, can çıksa da çıkmaz ya! Yine de aklım ne jambonlarda ne egzotik meyvelerde, gözlemede kalıyor!
İbrahim Tatlı'ya bayılırım
Lobide Ercan ve Burak ile buluşuyoruz, Telman İsmailov ile söyleşiye birlikte gideceğiz. Bizi hiç bekletmiyor. Bu kez üzerinde mavi bir takım var, yine mütevazı. Ama bu kez cool değil, tipik bir Türk var karşımızda... Tabii ki mütevazılık kişilikle sınırlı, zira saraydayız. Çıkıyoruz kapıdan, söyleşiyi nerede yapacağımızı tartışarak... “Evimde yapalım” diyor İsmailov. Zaten evi de otelin sınırları içinde bir malikane... Malikaneye nasıl gidilir? Shuttle çağırıyor görevliler, doluşuyoruz. Sonra İsmailov, bana dönüyor, “Hadi biz Rolls-Royce ile gidelim” diyor. Lüksten hoşlanmıyorum dedim, ama galiba yavaştan lükse kaptırıyorum.
Arabaya kuruluyorum, bir de müzik lazım! Teybin düğmesine basıyor İsmailov, Rolls-Royce, Ajda'nın “Hoşgör sen, affet gitsin aldırma” parçasıyla gazlıyor... “Ajda'ya bayılırım” diyor, ardından ekliyor, “En çok da eski parçalarına...” Ajda bitiyor, bu kez İbo'yla yola devam. Onu da çok severmiş, kendi deyimiyle İbrahim Tatlı'yı...
Shuttle geride kalıyor, biz evdeyiz. Evini anlatmaya gerek yok, Mardan Palace neyse ondan da fazlası var! Artık bu ilginç adamla ilginç bir sohbete başlama zamanı...
Bu yüzük 100 otelden daha değerli
(Ercan İnan) Bu elinizdeki tek taş mı?
Tek taş. Babamdan kaldı...
Babanız da zengin miydi?
Zengindi. Babamın bir bastonu vardı. Bu taş onun üstündeydi...
Kaç karat?
(Gülüyor, cevap vermiyor)
Herhalde çok değerlidir?
Ehh...
Peki babanız ne iş yapardı?
Tekstil işiyle uğraşırdı.
Onun bir katkısı oldu mu bugünlere gelişinizde?
Ben babamın yanında çalıştım, işi pratikten öğrendim.
(Ercan İnan) Rusya'da çalışarak böyle bir zenginliğe sahip olunabilecek bir düzen var mıydı babanızın zamanında?
Dedim ya, bu yüzük bastonun üzerindeydi.
Çarlık Rusyası'ndan kalma o zaman?
Evet... Bende 100 tane otel de olsa, bunun değeri hepsinden çoktur...
Ben böyle bir yüzük görmedim vallahi! Bir Topkapı Sarayı'nda kaşıkçı elması var, çok büyük. Bu da gördüğüm ikinci büyük taş.
(Gülüyor) Sen de bir şey görmemişsin!
Vatan