Dolar
42,5801
0,08%
Euro
49,6814
0,30%
Sterlin
56,8433
0,13%
Bitcoin
3.889.766
0,02%
BİST-100
11.007,37
0,81%
Gram Altın
5.770,942
0,54%
Gümüş
58,17
-0,22%
Faiz
37,98
0,00%

Hasan Pekmezci’nin 40 yıl önce cezaevi deposunda keşfettiği İbrahim Çallı imzalı Atatürk tablosunun kaybolduğu ortaya çıktı

Savcılığın yıllar boyunca görüntülenmesine izin vermediği İbrahim Çallı’nın Atatürk tablosu cezaevinde iz bırakmadan kayboldu.

08.12.2025 04:49Güncelleme: 08.12.2025 04:53
Hasan Pekmezci’nin 40 yıl önce cezaevi deposunda keşfettiği İbrahim Çallı imzalı Atatürk tablosunun kaybolduğu ortaya çıktı
16px
32px

Hürriyet’ten İhsan Yılmaz “İbrahim Çallı’nın Atatürk portresi nerede” başlıklı yazı kaleme aldı. İşte Yılmaz’ın yazısının ilgili bölümü:

Antalya Kültür Sanat (AKS) tarafından düzenlenen ‘Bir Başka Antalya Sanat Çalıştayı’nın üçüncüsünü görmek için Antalya’daydım.

Çalıştaya katılan sanatçılar arasında uzun yıllar eğitimci olarak pek çok öğrenci yetiştirmiş Hasan ve Şükran Pekmezci çifti de vardı. Hasan Pekmezci, 12 Eylül darbesinden sonra Ankara Yarıaçık Cezaevi’nin deposunda keşfettiği İbrahim Çallı’nın 1926 yılında yaptığı eski Türkçe imzalı bir Atatürk portresinin akıbetinden endişeliydi. Tabloyu nasıl keşfettiğini ve yaklaşık 40 yıl sonra nasıl ortadan kaybolduğunu anlattı.

Pekmezci, 1983-84 yılında Gazi Eğitim’de görevli iken Ankara Yarıaçık Cezaevi Savcılığı’nca oradaki bazı fotoğrafların kontrolü için yardım istenmiş. Fotoğraf dersleri sorumlusu olarak görevlendirilen Pekmezci karşılaştığı manzarayı ve sonrasında yaşadıklarını şöyle anlattı: “Gittiğimde bir depoda çok sayıda fotoğraf bulunduğu, bunların zaman içinde bozulduğu, kullanılamaz hale geldiği, anlatıldı; benim gözden geçirerek hazırlayacağım tutanakla bunların imha edileceği bildirildi. Gerçekten de zaman içinde solmuş, bozulmuş, eskimiş, pek çok poster, resmi dairelere asılanlardan çok bilinen Atatürk fotoğrafları vardı. Hepsi de kayıtlara geçtiği için ancak bir tutanakla kayıttan düşülebilecekti.

Özellikle Atatürk fotoğrafı söz konusu olduğundan o günün askeri müdahale ortamında savcı beyin duyarlılığı yerindeydi. Bunların içinde telis dokulu bir tuval dikkatimi çekti, çünkü klasik ressamlarımızdan bazılarının kullandığı cinsten bir telis tuvaldi. Üstte boydan boya yırtıldığı için sarkmış-katlanmış ve ön tarafından zamanın tozu, kiri ile kaplanmış, ne olduğu belli olmayan bir resim. Bunu ayırıp diğerlerinin düşümü için gereken işlemler uygulandı. Ayırdığımız resmin kaba temizliğini yapınca bir Atatürk portresi olduğu meydana çıktı. Zaman içinde şaseye bağlı kenarlar çürüdüğü, tuval rulo haline geldiği için kirlenme dışında boya tabakalarında dökülme, tuval çürümesi, büyük çatlamalar-kırılmalar yönünden fazla zarar görmemişti. Tablo farklı bir Atatürk portresiydi ve temizlenince daha da netleşti. Kırmızı renkle atılmış eski Türkçe bir imza ve tarih. Hem renkli imza, hem de eski Türkçe imza bu tablonun 1927 öncesi yapıldığının işaretiydi.

Kopyasını çıkardığım imzayı Gazi’deki arkadaşlarımız okudular ki 1926 tarihli İbrahim Çallı tablosu. Kayıtlar incelendiğinde bu tablonun 2.1.1948 tarihinde 384 numara ile ve 50 lira fiyatla Islahevi demirbaşına kaydedildiği görüldü.” Hasan Pekmezci’ye göre Çallı’nın bu Atatürk portresi sadece onun değil, genel anlamda yerleşik portre anlayışının dışında, Ankara’yı da içine alan farklı bir kompozisyon. Üst bölümde, geride Ankara Kalesi silueti, Atatürk’ün arkasında ve sağında yanmış-yıkılmış eski Ankara; sol yanında da inşaat halinde, iskeleler kurulmuş ve çalışan işçilerle yeni Ankara. Tam ortada sivil giyimli; genç, dinamik Atatürk. Bu eser Türk sanatçılarının yaptığı Ankara betimlemeleri içinde ilk örnek.

FOTOĞRAF ÇEKMEME VE YAZMAMA İZİN VERİLMEDİ

Hasan Pekmezci durumu savcıya bildirdiğinde bu konuda üniversite dahil, kimseye bilgi verilmemesi, fotoğraf çekilmemesi için kesin bir dille uyarılır. Bunun nedeni, tablonun o günlerin yönetim anlayışı içinde üst kurumlardan istenebileceği kaygısıdır. Bir aydan uzun bir süre her gün askerler tarafından evinden alınıp cezaevine giderek çalışır. 140x140 cm. ölçülerindeki bu eserin korunması da düşünülerek cezaevinin konferans salonunun en üst bölümüne iskele kurularak tablo asılır.

O günün koşulları içinde elinde bulunan bir makine ile tablonun fotoğrafını gizlice çeker ve kayıtlara girebilmesi adına sanat dergisinde yayınlanmak üzere bir yazı hazırlar. Ancak savcılık yayınlamaya da kesinlikle izin vermez. Savcı 1985-86 yılında Yargıtay’a atanınca gidip özel izin alır ve yazı Artist Sanat Dergisi’nin Mart 1986, 2. sayısında yayınlanır.

O yıllarda Kaya Özsezgin ile tabloyu yerinde görmek için birkaç kez müracaat etseler de cezaevi savcılığı benzer kaygılarla gereken izni vermez. Pekmezci iki yıl Çallı’nın bütün portreleri ile diğer Atatürk portrelerini araştırır, inceler, alanının uzmanlarıyla görüşür. Bu tablodan hiç kimsenin bilgisi olmadığını görür. Yıllar sonra fotoğraf sanatçısı Ozan Sağdıç ve oğlu Oğuz Sağdıç kurumda yaptıkları bir çalışma sırasında bu Atatürk portresinin de görselini çekerler ve kendisine ulaştırırlar. Tablonun son görüntüsü ve tek kanıtıdır bu fotoğraf.

Hasan Pekmezci yıllar önce ortaya çıkardığı tablonun artık yerinde olmadığını, işin tuhafı çalışan personelin de tabloyu hiç görmediklerini söylediğini belirtiyor. Tablonun oradan çalındığından kuşkulanan usta sanatçı bir yandan da araştırmaya devam ediyor.

patronlardunyasi.com