Cumhuriyetin ilk patronları ve günümüzün patronları
Cumhuriyet, "kimsesizlerin kimsesi" olurken, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk patronları da o vicdanın ortağıydı. O günlerde sermaye ve sistem bir ülke inşa ediyordu. Ya bugün?

Toygun ATİLLA
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’i ilan ettiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde doğan yeni devletin arkasında ne bir hanedan ne bir padişah ne de dış güç desteği vardı. Bu yüzden Cumhuriyet, “hiç kimsesi olmayan bir halkın kendi kendini var etme biçimi” olarak şekillendi. Kimsesizlerin kimsesi cümlesi tam da bu durumu anlatırdı. Devlet artık bir zümrenin, bir soylunun, bir hanedanın değil, “kimsesi olmayanların” koruyucusuydu.
CUMHURİYET KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR
Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 102'nci yıl dönümü. Sosyal medya hesaplarından Cumhuriyet Bayramı'na ilişkin atılan paylaşımlara bakarken bir tanesi dikkatimi çekti.
"Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir"

Bu bence Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini en iyi anlatan cümledir. Bugün yine aynı şeyi hissettim. Sonrasında klavyenin başına geçtim. Duygularımı sizlerle paylaşmak, Cumhuriyetin 102. yılına kayıt düşmek istedim.
Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir.
Bu ifade aynı zamanda sınıfsız, imtiyazsız toplum idealini anlatır. Osmanlı’da tebaa olanlar, Cumhuriyet’le yurttaş olmuştur. Dolayısıyla devlet, artık yalnızca güçlülerin değil, güçsüzlerin de devletidir. Bir köylünün, bir kadının, bir yetimin, bir öğrencinin, devlet kapısında “kimsesi yoksa” bile Cumhuriyet ona sahip çıkar. Bu anlayış, Atatürk’ün “Devletin temeli adalettir” sözünde yankılanır. Cumhuriyet’in amacı, vatandaşın yalnız kalmaması, sistemin adaletle “kimsesizlerin kimsesi” olmasıdır.
POLİTİK DEĞİL AHLAKİ VE VİCDANİ BİR SÖZ
Bu sözü hiçbir zaman politik olarak görmedim. Benim için hep ahlaki bir devlet tanımını yansıttı. Cumhuriyetin ilk yıllarına bakarsanız bu cümlenin altının boş olmadığını da göreceksiniz.
Eğitim de fırsat eşitliği dendiğinde, Köy Enstitüleri, Halk Evlerini görürsünüz. Ekonomide adil paylaşımı ise Kamu İktisadi Teşebbüslerinin varlığında vücut bulduğunu...
Kadın hakları, sosyal güvenlik gibi uygulamalarla ise toplumsal sosyal adaletin sağlanma çabasına tanıklık edersiniz.
GÜÇSÜZE UZANAN EL
Bizim nesil için Cumhuriyet'in büyüklüğü en güçlüye değil, en güçsüze uzanan elindeydi. Bir çocuk yetimse, bir öğrenci imkansızlıktaysa, bir vatandaş yalnız ise onların yanında duran güç bizim için Cumhuriyeti temsil ederdi.
İşte o yüzden, "Kimsesizlerin kimsesi" sadece bir tanımlama değil, bir vicdanın dışa vurumuydu.
AZİZ SANCAR, GAZİ YAŞARGİL, MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ
Cumhuriyet'in kurucu dönemi fırsat eşitliği üzerine kuruluydu.
Neden ve kimlerden mi bahsediyorum açayım.
Aziz Sancar, Mardin Savur'un küçük bir köyünden çıkan öğretmen çocuğuydu. Cumhuriyet'in eğitim bursları ve devlet okul sistemi sayesinde İstanbul Tıp Fakültesi'ne ulaşmış, oradan eğitim için ABD'ye gitmişti. Nobel'e uzanan yol Cumhuriyet'in eğitim vizyonunu özetliyordu.

Aziz Sancar
Aziz Sancar o yola duyduğu ahde vefasını da: "Bu ödülü Atatürk ve Cumhuriyet'e borçluyum" sözleri ile dünyaya duyuruyordu.
O kadar çok örnek var ki, hangisini sayayım. Prof. Dr. Gazi Yaşargil, "Cumhuriyet beni yetiştirdi, ben insan beynine hizmet ettim" derken Diyarbakır Lice'den, Cumhuriyet bursları ile İsviçre'ye, oradan da dünyada çığır açan beyin cerrahisindeki serüvenini özetliyordu.

Prof. Dr. Gazi Yaşargil
Ya, "Benim kimsesizliğimi Cumhuriyet fark etti" diyen Cumhuriyet'in kadın eğitimine açtığı kapıdan giren rahmetli Muazzez İlmiye Çığ'a ne demeli...
Saymakla bitmez...
Kendimden bir örnekle devam edeyim.

Muazzez İlmiye Çığ
UNUTAMADIĞIM KİTAP: DEMİR ÖKÇE
Kars'ta geçen çocukluğumda henüz 8 yaşında sünnet hediyelerimden biri Jack London'ın "Demir Ökçe" kitabıydı. Sünnet hediyelerim arasında unutmadığım tek hediye o kitaptır. Neden derseniz o yaştaki bir çocuk için son derece ağır bir kitaptı. Okuması ve anlaması için benim için zordu. Ama inatla yaşım büyüdüğünde o kitabı okumuş ve anlamıştım.
Cumhuriyetin bizden önceki mirasçıları okumanın, düşünmenin, vicdanın alfabesini bize çocuk yaşta aşılamışlardı.
Lise eğitimini Haydarpaşa Lisesi'nde tamamladım. Zengin, fakir gibi bir sosyal sınıf ayrımı yoktu o yıllarda. Aynı sıralarda aynı eğitimi alırdı. Özel okullar tek tüktü. O özel okullara ise sınıfı geçemeyen zengin çocuklarının gittiğini bilirdik. Kimse o okullara olumlu bakmazdı.
Lise eğitimimi tamamladığımda Türk ve Dünya klasiklerinde okumadığım kitap kalmamıştı dersem abartmış olmam sanırım.
Cumhuriyetin çocukları o yıllarda böyleydi.

YA GÜNÜMÜZDE NASIL?
Şimdi gelelim günümüze...
Eğitimde fırsat eşitliği azaldı, devlet okulları ile özel okullar arasında uçurum açıldı. “Kimsesi olmayan” bir çocuğun kaliteli eğitime erişimi zorlaştı. Sosyal adalet ise bozuldu, servet farkı derinleşti, gelir adaletsizliği büyüdü. Bana sorarsanız kamu gücü ile birey arasındaki mesafe açıldı, devlet, vatandaşa kimi zaman koruyucu değil, denetleyici gibi yaklaşıyor. Yargı ve kamu kurumları güven sorunu yaşıyor. Kimsesizler artık hakkını değil, “torpilini” arıyor.
Yine de bu cümle hâlâ bu ülkenin en derin duası. Her şeye rağmen her felakette, her depremde, her kriz anında hâlâ kendini gösteriyor. Devletin kalbi bazen soğur ama toplumun vicdanı sıcak kalır. O yüzden, Cumhuriyet’in kimsesizlere sahip çıkan yüzü sadece Ankara’da değil, Van’da, Hatay’da, Hakkâri’de, bir öğretmenin kaleminde, bir doktorun nöbetinde yaşar.
Cumhuriyet bazen kağıttaki sistem değil, sokaktaki dayanışmadır.
CUMHURİYET'İN PATRONLARI
Bugün biraz uzun yazacağım. Bağışlayın...
Dedim ya Cumhuriyet'in 102'nci yıl dönümünde kayda düşmek belki de bir Cumhuriyet çocuğunun en önemli toplumsal ödeviydi. Ben de o ödevimi sorumluluğunu yerine getiriyorum.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında “patron” kavramı, bugünkü anlamıyla bir güç ifadesi değil, bir sorumluluk unvanıydı. O dönemin sanayicileri, Vehbi Koç, Nuri Demirağ, Şakir Zümre, Sümerbank’ın öncüleri, Cumhuriyet’in altyapısını sadece sermayeyle değil, vicdanla kurdular. Birçoğu servetini bir “yurttaş görevi” olarak gördü.

Vehbi Koç
VEHBİ KOÇ, NURİ DEMİRAĞ, ŞAKİR ZÜMRE
Demirağ, kazancını “demir ağlarla” ülkeye döktü, Koç, ilk ihracatını “Türk malı” damgasını gururla taşıyarak yaptı.
Bu patronlar, Cumhuriyet’in “kimsesizlerin kimsesi” olma misyonuna omuz verdiler. Onların sermayesi sadece para değil, ülke inancıydı.

Nuri Demirbağ
CUMHURİYET TEMALI REKLAMLAR
Ya bugün?
Bugünün iş dünyası, çok daha küresel, çok daha güçlü… Bugünün patronu, artık “kârın efendisi” değil, “toplumun paydaşı” olmalı. Eğer Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olacaksa, bugünün sermayesi de “kârın kimsesizini” koruyabilmeli.
Bu, sadece bağış ya da sponsorluk değil; eşit fırsat yaratmak, eğitim desteği vermek, gelir adaleti için ses çıkarmak, dijital uçurumları kapatmak demek...
Bugün Cumhuriyet’in 102. yılında televizyonlar, gazeteler, sosyal medyada “Cumhuriyet temalı reklamları" gördünüz.
Görselde Atatürk, fonda marş, sonunda marka logosu vardı. Birçoğu duygu doluydu.
Ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim,
Cumhuriyet'e sahip çıkmak, bir spot filmi değil aynı zamanda bir üretim biçimidir. Cumhuriyet bir reklam teması değil, bir etik anlayıştır. Cumhuriyet'in yıl dönümlerinde reklam filmi çekmek kolaydır, ama eşit ücret, adil fırsat, liyakatli yönetim uygulamak zordur.
O GÜNKÜ PATRONLAR İLE ŞİMDİKİLER ARASINDAKİ FARK
İşte Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki patronların farkı buradaydı. Onlar kâr ederken aynı zamanda Cumhuriyet'in alt yapısını inşa ediyorlardı. Onlar için Cumhuriyet'e sahip çıkmak bir reklam fırsatı değil bir görevdi.
Çünkü, Cumhuriyet sayesinde patron olduklarını biliyorlardı.
SORUMLULUK SAHİBİ ŞİRKET VE PATRONLAR
Bugün birçok şirket o Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki izlerden çok uzak olsa da hala Cumhuriyet'in sosyal vicdanını taşıyan sorumluluk sahibi şirketler ve patronlar var.
Sabancı Vakfı, kadın girişimciliği, engelli bireylerin istihdamı, burs ve sanat destekleriyle halen servetin vicdanla buluşabileceğini gösteriyor.

Güler Sabancı
Borusan, Anadolu'daki müzik eğitimlerine, kız öğrencilere yönelik burslarla Cumhuriyet'in kültürle kalkınma vizyonunu yaşatmaya çaba gösteriyor.
Limak, Türkiye'nin mühendis kızları projesi ile her yıl yüzlerce Türk kadınına, mühendislik eğitimi veriyor, staj desteği sağlıyor.

Ebru Özdemir
Baykar, Türkiye bursları programı kapsamında öğrencilere Türkiye'nin teknoloji geleceği anlamında katkı veriyor.

Selçuk Bayraktar
Rönesans Eğitim Vakfı'nın bugüne kadar on binlerce öğrenciye burs verdiğini görüyoruz.
Bir de benin yakından tanıdığım iş insanları var ki, biliyorum şimdi onları yazdığım için bana sitem edecekler. Bunlardan biri Met Gün inşaatın sahibi Metin Güneş. Yıllardır tanıdığım bu iş insanının, hem çalışanlarının iyi ekonomik şartlarda yaşaması için hem de her yıl yüzlerce öğrenciyi okutmak için verdiği burs desteklerine şahidim.

Metin Güneş
Skoda'nın Türkiye distribütörü Yüce Auto'nun sahibi Ahmet Yüce'de onlardan biri. Çalışanlarına her yıl 29 maaş ikramiye veren, onları ev sahibi yapmaya çalışan bir patron.

Ahmet Yüce
Hem Metin Güneş'in hem de Ahmet Yüce'nin inşa ettikleri modeller klasik sosyal sorumluluk değil, kurum içi adalet ve emeğe saygı üzerinden tanımlı bir Cumhuriyet pratiğinin örneği.
Onun için diyorum ki, kendi çalışanlarının kimsesi olmak da bir Cumhuriyet davranışı, mirası, ödevidir.
patronlardunyasi.com















