Riyad’da Süper Kupa finalinde yaşananlar Suudiler'in aslında Atatürk’ün dünyada Suudi Arabistan’ı tanıyan ilk lider olduğunu bilmediklerini de ortaya koydu
Riyad'da yaşananlar, ülkesinde pek çok yeniliğe öncülük eden Veliaht Prens Salman’ın kendi dedelerinin Atatürk’le ilişkilerini, Atatürk’ün Suudi Arabistan’a başından beri verdiği desteği anlaması için daha çok tarih okuması gerektiğini de ortaya çıkardı.

Burak ARTUNER
Umarım Suudiler bu yazıyı okuyup, belki kendi arşivlerinde de araştırıp, buna göre yeni bir Atatürk stratejisi belirlerler. Belki Atatürk'ün fotoğrafını paylaştı diye Hande Erçel’e tepki gösterip reklam anlaşmasını iptal eden Suudi şirket de bir özür diler.
3. Suudi Kralı olacak Faysal İstanbul'da erkek kardeşleriyle ilk mektepte öğretmenleriyle (1895)
Atatürk Ansiklopedesi’nde tarihçi Mehmet Akif Koç’un çok titiz bir şekilde araştırıp yazdığı makalede yer alan bilgilere bakılsa, aslında Suudi tarafındaki Atatürk alerjisinin ne kadar yanlış olduğu da gün gibi ortaya çıkar:
“I. Dünya Savaşı sürecinde faaliyetlerini Orta Arabistan’la sınırlı tutan ve Arap İsyanı’na doğrudan askeri destek vermeyen Suudiler, bilahare 1924’te İngilizlerin himayesinde ve Şerif Hüseyin öncülüğünde kurulan Hicaz Hâşimî Krallığı topraklarına saldırıp burayı da topraklarına kattı. Suudilere karşı İngilizlerden beklediği desteği bulamayan Şerif Hüseyin, Akabe üzerinden Arabistan’ı terk etti ve bir daha da geri dönemedi.
GENÇ TÜRKİYE 1926’DA SUUDİ DEVLETİNİ TANIDI
Bu askeri harekatın ardından, 1926’da genç Türkiye Cumhuriyeti, yeni Suudi devletini tanıdı ve resmi ilişki kurarak Cidde’de bir maslahatgüzarlık açtı. Bilahare İbn Suud, unvanlarından sultan kelimesini çıkararak kendisini Hicaz sultanı ve Necid meliki ilân etti. Bu süreçte, 3 Mart 1924’te TBMM’nin Hilafet’i ilga etme kararından birkaç gün sonra, Şerif Hüseyin Mekke’de kendisini Halife ilan etmiş, ancak bu adımı Türkiye’de ve İslam dünyasının geri kalan kısmında tepkiyle karşılanmıştı. Ankara’nın 8 Ocak 1926’da İbn Suud’u bağımsız bir devlet olarak tanıma kararında Hilafet kurumuna dair Şerif’le yaşanan bu gerginliğin ve Suudilerle ortak hasma karşı işbirliğine gitme düşüncesinin payı da şüphesiz büyüktür.
İSMET İNÖNÜ: TÜRK MİLLETİ ARAPLAR ÜZERİNDE BİR AMAÇ İDDİASINDAN VAZGEÇİYOR…
Atatürk ve genç cumhuriyetin özelde Suudi devletine, genelde ise Araplara yönelik tutum ve politikası, dönemin Başbakanı ve Atatürk’ün yakın silah arkadaşı İsmet İnönü’nün hatıralarında şu şekilde ifade edilir: “Biz, milli mücadeleye başladığımız zaman, Araplara gösterilebilecek saf yürek ve iyi niyet delilini hiçbir tereddüde mahal vermeyecek surette göstermiştik. Bizim bulduğumuz hal şekli şudur: Osmanlı İmparatorluğundan çıkan Türk milleti, Araplar üzerinde herhangi bir amaç iddiasından kesin surette vazgeçiyor ve Arap milletini kendi evinde, kendi kaderinin sahibi olarak yaşamak salahiyetinde görüyor ve gösteriyordu…”
ATATÜRK’ÜN EMRİYLE LOZAN’DA ORTADOĞU ARAPLARININ HAKLARI MÜDAAFA EDİLDİ
Öte yandan, Misak-ı Milli’nin, Osmanlı Devleti’nin Arap tebaasının mukadderatının yine doğrudan kendilerince belirlenmesini öngören birinci maddesi uyarınca; Lozan Antlaşması görüşmeleri esnasında Türk delegasyonu, Mustafa Kemal Atatürk’ün yönlendirmesi ve telkinleriyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin haklarını savunmanın yanında, Ortadoğu Araplarını da müdafaa etmiş ve onların da kendi kaderlerini belirleme haklarının olduğunu dile getirip, bunun tutanaklara geçirilmesini sağlamıştı. Arap halklarının istiklallerini kazanmaları, bu dönemde Ankara’nın bölgede kendine müttefik bulma ve I. Dünya Savaşı’nda düşman kamplarda mücadele ettiği Avrupalı büyük güçlerin bölgedeki etkisini kırma açısından da stratejik bir hedef teşkil etmekteydi.”
ATATÜRK İBNİ SUUD’U TANIYAN İLK ULUSLAR ARASI GÜÇTÜ
1926 yılı itibariyle resmen başlayan Atatürk dönemi Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde ilk önemli gelişme, 7 Mayıs 1926’da Reis-i Cumhur Mustafa Kemal imzalı bir kararnameyle, İbn Suud nezdinde mümessil (siyasi temsilci) sıfatıyla Süleyman Şevket Bey’in [daha önce İran’ın Tebriz şehrinde baş şehbender], mümessillik başkitabetine müşavir olarak eski Yemen valisi Mahmud Nedim Bey ve şehbender vekili unvanıyla da İskenderiye Şehbender Vekili Feridun Fahri Bey’in nasbolunmasıdır. (…) Atatürk’ün, İbn Suud’u ilk olarak tanıyan uluslararası güç unvanıyla, yeni devlet nezdinde oynamaya talip olduğu önemli rolün de işaretçisidir.
KRAL BİZZAT ATATÜRK’Ü MEKKE’YE DAVET ETTİ
Mayıs 1926’da diplomatik temsilci atanmasını takiben bir diğer önemli gelişme, Haziran 1926’da Mekke’de toplanan Hicaz meseleleri kongresine Kral’ın mektubuyla Mustafa Kemal Atatürk’ün doğrudan ve resmen davet edilmesi; buna mukabil Ankara’nın Edip Servet (Tör) Bey’i [Hâlife’nin (Abdülmecid Efendi) eski seryaverlerinden, o sırada İstanbul mebusu] Türkiye’yi temsilen delege olarak göndermesidir.”
İkili ilişkilerin Atatürk dönemindeki zirve noktalarından biri, Melik Abdülaziz’in, Hicaz Umum Valisi ve Dışişleri Bakanı unvanlı oğlu Emir Faysal başkanlığındaki Suudi heyetinin 8-23 Haziran 1932 tarihlerinde gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretidir [Emir Faysal bilahare 1964-1975 yılları arasında Suudi Arabistan’ın üçüncü kralı olarak tahta çıkacaktır].
Uzun bir geziye çıkan ve bu seferde İtalya, İsviçre, Fransa, Britanya, Hollanda, Almanya, Polonya, Sovyetler Birliği, Türkiye, İran, Irak ve Kuveyt’i ziyaret eden Emir Faysal önce 8 Haziran’da İstanbul’a vardı, bilahare 12 Haziran’da Ankara’ya geçerek burada Atatürk’le görüştü.
FAYSAL: YÜKSEK ŞAHSİYETLERİNİN HAYRANI VE TAKDİRDARIYIM…
Emir Faysal, İstanbul’da Türk basınına verdiği mülakatta şu ifadeleri kullanarak Türk-Suudi dostluğunu ve Atatürk’ü övdü:
“Çok sevdiğim Türkiye’ye bir ecnebi olarak geldiğimiz halde, bize yabancı bir diyarda bulunduğumuz hissi hiç gelmiyor. Bu gayet tabiidir, çünkü asırlarca beraber yaşadığımız bu kardeş memlekete bir yabancı gibi değil bilakis ayrılığın ve uzun yılların hasretini çok derin hissederek geldik. On sene evvel bir olan bu iki ülkeyi birbirinden ayıran tarihi hadiseler, coğrafi hudutlar bu iki kardeş milletin kalpten gelen samimiyetini yıkamamıştır. İki memleket münasebatının dostane olduğunu söylemeyi zait görüyorum. Kardeş iki millet her zaman dosttur ve dost kalacaktır. Ankara’da üç gün kalarak yüksek şahsiyetlerinin hayranı ve takdirkârı bulunduğum Reisicumhur hazretlerine, melik hazretleri tarafından yazılmış bir teşekkür mektubunu takdim edeceğim.”
Ankara’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün konuk Emir onuruna verdiği ziyafette bütün vekiller ve erkân-ı hükümet de hazır bulundu; Emir Faysal başkentte ayrıca İş Bankası ve çeşitli kamu kuruluşlarını ziyaretinin yanısıra, Kırıkkale’ye de geçerek fabrikalarda incelemelerde bulundu, 15 Haziran’da ise İstanbul’a döndü. Bilahare vapurla Batum’a, oradan da İran Şahı’nın misafiri olacağı İran’a gitti; ardından Irak’ı ziyaret ettikten sonra ülkesine geri döndü.
Bu ziyaretin ardından 22 Eylül 1932 tarihinde Hicaz ve Necid Krallığı’nın ismi değişti ve “Suudi Arabistan Krallığı” olduğu ilan olundu. 1926’da olduğu gibi 1932’de de yeni devletin kuruluşunu ilk tanıyan ülke, Atatürk’ün reisicumhuru olduğu Türkiye Cumhuriyeti’dir.
patronlardunyasi.com