Erdoğan'ı övdü CHP'yi vurdu
İshak Alaton, Cumhurbaşkanlığı seçiminin bu kadar dillendirilmesini anlamsız buluyor. Kriz bekleyenleri eleştiren Alaton, Erdoğan'ın Köşk'le ilgili nabız yoklaması yapmasını övdü:
Turhan Bozkurt'un röportajı
İshak Alaton, işadamı kimliği kadar konjonktüre aykırı çıkışlarıyla da tanınan bir isim. Ağustos 2001'de menfur bir saldırıda hayatını kaybeden Üzeyir Garih ile yarım asır önce kurduğu Alarko'yu bugün profesyoneller yönetiyor.
Ortaköy'deki holding merkezine her gün gelse de mümkün mertebe işlere karışmıyor. Ürdün'ün devrik kralı Talal'ın yıllarca kaldığı odayı şu anda ofis olarak kullanıyor. Plazalar yerine Boğaz manzaralı bir binada, üstelik kiracı olarak bulunmayı 'Sürü psikolojisine uymadık hiç. Farklı olduk.' sözleriyle özetliyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin bu kadar dillendirilmesine anlam veremediğini aktarırken, bir kriz beklentisinde olanlara da 'En az 5 yıl daha kriz yok. Ondan sonrası Allah kerim.' cevabını veriyor. İstikrarın herkesi kazançlı kıldığını vurgulayan işadamı Alaton, elde edilen başarıların devamı için her kesime görevler düştüğünün altını çiziyor. Kendini 'erken öten horoz' diye tanımlayan Alaton'un anlattıkları...
Cumhurbaşkanlığı seçiminin sath-ı mailine girdik. Siz bir kriz bekliyor musunuz?
Kriz olacağı yönünde laflar ediliyor. Yoruluyor insan. Bu kadar çok laf dinledikten sonra ben de yoruluyorum. Hâlâ bir şeye bağlanamadık. Bunları bir kenara koymamız lazım. Türk insanı her şeye rağmen son anda köşeden dönmeyi beceriyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de mantıklı bir karar olacak. İnatlaşarak bir yere varılmaz yoksa. Ben yine de bu ülkeye hizmet etmekle yükümlü insanların mantıklı bir çözümü ortaya koyacaklarına inanıyorum. Şirket olarak bu yönde geleceğin planlarını yapıyoruz. Biz kriz olacağına inanmıyoruz. İstikrar sürecektir. Bunu düşünüyorum. Umuyorum. Bekliyorum. Türkiye'deki istikrarın devam etmesi için bir çare bulunacaktır. İnat olmayacaktır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bu konuda bir görüşmeniz oldu mu şu ana kadar?
Ben çok nadir bir araya gelirim Tayyip Bey ile. Proje için buluşuruz. Yanımızda hep yardımcılarımız olur. Bir yandan Alarko'ya destek veririm. Ama Alarko'nun günlük işleriyle ilgilenmem. Profesyoneller görüşür. Sivil toplum olarak Türkiye'nin imajına katacağımız şeyler için Başbakan'la bir araya geliriz. Avrupa'dan kopmuyoruz. Avrupa yolunda ilerliyoruz. Ne söylenirse söylensin. Avrupa'nın kendi içinde şeyleri var. Gördüğüm kadarıyla istikrara destek vermek adına Türkiye elinden gelen her şeyi yapıyor. Herhangi bir kriz beklemiyorsam sebebi budur. Türkiye, inanıyorum ki tekrar bir krize düşmeyecektir.
Erdoğan Çankaya adayının tespitinden önce iş dünyasının önde gelen isimleri ve sivil toplum örgütleri ile yüz yüze görüşmeler yapacak. Bu tavrını destekliyor musunuz?
Desteklemekle kalmıyor aynı zamanda çok gerçekçi ve gerekli de buluyorum. Çünkü politika sahnesinde rol alan bir insan toplumun nabzını tutmalı. Aracısız olarak kendisi hissedebilmelidir topluma dair şeyleri. Bunun tek yolu da toplumla bir araya gelmektir. Bence Tayyip Bey'in bu tavrı fevkalade gerçekçi ve çağdaş. Bu akıllıca bir yaklaşım ve kendisinden beklenen de bu. Akıllı bir yönetici, akıllı bir politikacı toplumun nabzını tutarak hazırlanmayı öngörür. O da bunu yapıyor. Sadece Tayyip Erdoğan yapmıyor da. AKP'nin İstanbul İl Başkanı Mehmet Müezzinoğlu Bey, onun yünetiminde bazı toplantılar yapıyor 'AKP hesap veriyor' başlığı altında. Şimdiye kadar başka partiler bunu neden düşünmedi, diye kendi kendime soruyorum. O kadar kolay ki. Hesap vermek adı altında kendi propagandanı yapıyorsun. Senin imaja ve kendini anlatmaya ihtiyacın var. AKP bunu yapıyor ve başarıyor. Diğer partilere bakıyorum.
O zaman nasıl bir tablo ile karşılaşıyorsunuz?
Muhalefetin tek yaptığı şey eleştiri. Başka bir şey yapmıyorlar. Açık yakalamaya çalışıyorlar ve dozu kaçıyor. Ben soruyorum acep bunlar iktidara gelince ne yapacak? Bana bunları anlatsınlar. Yıllardır bekliyorum muhalefet partilerinden bunları. Onların çareleri nedir millete dair? Hiçbir muhalefet partisi şimdiye kadar Türkiye'ye dair bir çare bulmadığı gibi bunun düşüncesi dahi ortada yok. Sadece eleştiriyor. Sadece nerede bir boşluk bulursa onu ortaya koyuyor. Yapıcı bir eleştiri görmedim.
Biraz açar mısınız? Dünyadaki muhalefet anlayışı bizdekinden çok mu farklı?
İşte ABD'de iktidar ve muhalefet mecburen bir araya geldi. Müşterek bir program ortaya koydular ki, Irak'taki o büyük dert hallolsun. Bunun için birlikte hareket ediyorlar. Biz niçin böyle bir durumda değiliz? Bizim de Güneydoğu sorunumuz var. Biz neden Irak'ın kopabilme durumunu görmezden geliyoruz. Bununla ilgili görüşlerin açıkça ortaya konulması lazım. Ben burada da sağlıksız bir tutum görüyorum. Çünkü bu bir gerçek. Ben neden komşumla küseyim. Cumhurbaşkanının Kürt asıllı olması benim için fark etmemeli. Çünkü adam cumhurbaşkanı seçildi. Benim saygı duymam lazım. Bu bir ciddiyettir. Bunu yapmayan devletin ciddiyetine gölge düşer.
Bu arada iki ülke arasındaki ticari ilişkiler de gelişiyor...
Binlerce Türk ve özel sektörün çalıştığı ülke burası artık. Şunu unutmayalım, ekonomik gerçekler politikanın karar motorudur. Belki yakında Irak cumhurbaşkanını da Ankara'da Gölbaşı'ndaki evinde bir politikacımız kabul edecek. Böyle bir ümidim var.
Büyük devlet olacaksak duygularımızla hareket etmemeliyiz, diyorsunuz bir anlamda.
Yalnız büyük devlet değil aynı zamanda saygın devlet olma göstergesidir herkese saygılı davranmak. Biz de komşumuza saygılı davranmalıyız. Onun gösterdiği saygıyı bizim de ona göstermemiz lazım. Ermenistan bir komşumuzdur. Orada dengeli bir politika gütmeliyiz. Bir yandan Azerbaycan'la olan ilişkilerimizi göz ardı etmemeliyiz. Ermenistan'la olan ilişkilerimizi bugünkü dünyanın beklediği dostane bir yaklaşımla sürdürmeliyiz. Bence ilk yapmamız gereken şey, aramızdaki sınırın kapılarını açmak ve halkın her iki tarafında dostane bir şekilde birbirleriyle ekonomik ilişkilere başlamalarıdır. Bunu durdurmamız sınır boyunca yaşayan insanlara haksızlıktır. Birkaç kez oraya gittim. Karşıya da gittim. Oradaki vilayetteki insanların hepsi aynı tedbiri bekliyor: Sınırlar açılsın ve ticari ilişkilere başlayalım. Bunda haklılar. Biz komşuyu sıkıştırma politikamızla, kendi vatandaşlarımızı fakirliğe mahkum ediyoruz. Buna hakkımız yok. Ankara'daki bürokrasinin sınırda yaşayan insanları fakir yaşatmaya hakkı yok.
Ankara'nın bunları aşması kolay mı?
Manzara şu Ankara'da: Değişen şartlara uygun politik kararları alma cesaretini kimse gösteremiyor. Cesur kararları alamayan bir bürokrasi uzun yıllardır Türkiye'de egemen olmuştur.
Burada olayın muhalefet tarafını nasıl görüyorsunuz? Mesela Başbakan, Talabani ile görüşeceğini söylediğinde ilk tepki CHP'den geldi.
CHP'nin sosyal demokrat olmadığını her hareketi her tavrı gösteriyor zaten. CHP, sosyal demokrat parti değildir. CHP, kendine has bir statükocudur. Değişen şartlara uygun karar alma cesareti gösterebilen bir yönetimi yoktur CHP'nin. Onun alamadığı pozisyonu daha küçük partiler alabiliyor. Onları da takdir ediyorum. Gerçekçi olmak önemli. 1980 ihtilalini yapan emekli general (Kenan Evren) ne dedi? Gerçeği görmek lazım dedi. Yaşı ilerlemiş bir insan Ankara'daki o değişimi reddeden o bürokrasinin çok önünde koşuyordu ve değişimi yakalayabiliyordu. Her şeye rağmen Türkiye bir çelişkiler ülkesi.
ABD'den 55 kişi geliyor, Kongre'ye tasarıya hayır raporu sunulacak
Türkiye için bir başka sıcak konu ABD'deki Ermeni soykırımı yasa tasarısı. Sizin, tasarının Amerikan Kongresi'nde geçmemesi için bir temasınız oldu mu?
Devamlı temaslarımız oluyor. Mektup yazdım çok önemli kişilere. Önümüzdeki hafta İstanbul'a Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi AIPAC (Amerika'da karar mekanizmaları üzerinde en etkin sivil toplum örgütlerinden) üyesi 55 kişi geliyor. Sonra Tel Aviv'e gidecek heyet. Özellikle 24 Nisan'dan önce bir rapor vermeyi öngörüyorlar. Gezinin neticelerini Kongre'ye sunmak istiyorlar. İstanbul'da iş dünyasıyla görüşecekler. İsrail'le teması olan insanlarla görüşecekler. Beni de davet ettiler. Hedef bu Kongre'ye verilmesi düşünülen Ermeni soykırımı tasarısının geçme ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak. Tasarı aslında ne Amerika'nın ne Fransa'nın ne Türkiye'nin ne de Ermenistan'ın çıkarına. Herkesin çıkarına aykırı bir teşebbüs. Özellikle Ermenistan'ın sonra Türkiye'de yaşayan Ermenilerin aleyhine bir tasarı. Zorla bir şey kabul edilemez.
Hrant Dink'in öldürülmesini kınayan bir karar da aldı ABD.
Hrant Dink'in öldürülmesi aslında Türkiye'ye sıkılmış bir kurşundur. Bazıları bunu kabul etmek istemiyor; ama Türkiye çok önemli bir insanı kaybetti. Türkiye sadece kendi insanını koruyamama gibi bir eksikle karşılaşmadı. İmajı da çok zarar gördü. Suikasttan hemen sonra Türkiye'nin gerçeklerini ortaya koydu. 100 binin üstünde insan sokaklarda Dink için yürüdü. Bir yerde Türkiye'nin imajını kurtardı yürüyenler. Türkiye, bu kaybı sessizce kabullenmek istemedi ve tavır koydu. Çünkü bu insan farklıydı. O insan Türkiye'nin iyiliğini istemişti ve samimi olarak seviyordu. Soykırımı kabul edemeyeceğini söylemişti. Diaspora da ona karşı tavır aldı. Ne yazık ki sessiz çoğunluğun yanında sesli bir azınlık Türkiye hakkında kötü imajlar verebiliyor. Ağır aksak da olsa Türkiye doğru yoldadır. Türkiye, gelişiyor, demokrasi yolunda önemli adımlar atıyor. Türkiye'yi Avrupa yolundan ayırmamalıyız. Bunu aklımıza bile getirmemeliyiz. Atatürk'ün istediği, Avrupa yolundan, demokrasisinden ayrılmamamızdır.
Ortadoğu'da barış için girişimlerden biri de TOBB'un öncülük ettiği Gazze'deki Erez Sanayi Bölgesi... TOBB, İsrailli ve Filistinli işadamlarını bu çerçevede Amerika'da buluşturuyor. Bu proje bir türlü gelmeyen barışın önünü açabilecek mi?
Ben hep barış öncülerinin işadamları olduğuna inandım. Bu şaşmaz bir kuraldır. Barış gelecekse önce işadamları orada koşar. Kuzey Irak'ta, Ermenistan'da da bunu görüyoruz. Gürcistan üzerinden de olsa oraya mal satıyor Türk şirketleri. Gittikçe gelişen bir pazar olarak dikkatimizi çekiyor ve dostluğumuz başlıyor. Ortadoğu'daki durumda da aynı şey geçerli. Türk işadamlarına büyük görevler düşüyor. Türk müteşebbisi Erez bölgesinde iş imkânları sunarak Filistinlilere daha iyi hayat şartı sunmayı hedeflemelidir. Görüyorum ki her iki taraf da Erez'e yapılacak yatırımları destekliyor. Rifat Hisarcıklıoğlu ile konuştuk. Doğru bir politikası var. Elinden geleni yapıyor. Türk iş dünyası da bunu destekliyor. Bizim görevimiz bu. Bu yörede en saygın ekonomisi olan devlet biziz. Sanayiciyiz. Müteşebbisimiz var. Tel Aviv'in bazı sokaklarında Türk dönerciler var. Türk muhallebicileriyle dolu. Bugün Tel Aviv'de bazı mahalleler Türk dolu. Güneydoğu'dan giden esnaf var. Demek ki müteşebbis ruh orada kısmen Türkiye'nin ruhudur.
Erken öten horoz olmaktan pişman değilim
Kendinizi 'erken öten horoz' diye nitelendiriyorsunuz. Zararını gördünüz mü hiç?
Dolaylı yönden zararı oluyor. Çünkü bu kadar açık bir zarar pozisyonu alan insanın dolaylı olarak zararları olabiliyor. Eğer o zararları düşünerek kendimi ifade edemeyeceksem, hayatım bence soru işareti. Yaşamın en vazgeçilmez kuralı insanın düşüncelerini dürüstlükle ortaya koyabilmesidir. Bu hakkı ben kullanamazsam, o zaman bu hayatın kıymeti yok.
Peki hiç ikaz alıyor musunuz?
Alıyorum. Çok zaman hem de. Verdiğim cevap net ama. Diyorum ki; sen benim gibi düşünme mecburiyetinde değilsin. Ama benim fikirlerimi açıkça ortaya koymama dikkat çekmemen lazım. Senin saygınlığın, bana göstereceğin saygıyla doğru orantılı. Bu da gösteriyor ki erken öten horoz, gece yarısı da olsa bazı insanları uyandırıyor. Uyananlar 'Bu niye ötüyor?' diye kulak veriyor. O da mutluluk verici bir olay. Hiç pişman değilim. Beni genç tutan sır da bu olsa gerek. Çünkü Türkiye'nin çıkarı düşüncelerini özgürce ifade edebilen insanların çoğalmasındadır.
Türkiye, kendi yöneticileri tarafından fakirliğe mahkum edilmiş bir ülkedir
Kenan Evren cumhurbaşkanıyken ilginç bir anınız olmuş, Siirt'teki meyan kökü fabrikasıyla ilgili?
Kenan Paşa oraya gitmiş, fabrikayı kapalı görmüş ve küplere binmiş. O günün heyecanıyla, emir verdi fabrikayı çalıştırın diye. Bir kurban kestiler orada; Alarko'yu kurban ettiler. 11 ay gibi kısa bir zaman içinde yepyeni bir fabrika kurduk. Sıfırdan. Müşteri aradık Amerika'da ve bulduk. Çalışmaya, üretime başladık. 6 bin kişi iş sahibi oldu. Çünkü dağlara gidip meyankökü arıyorlardı. Dağlar bununla doluydu. Gidip o kökleri söküp kurutup fabrikaya getiriyorlardı, işlenip ihraç ediliyordu. Bütün aile bundan geçiniyordu. Bir gün bir karar alındı. Dağa çıkış yasaklandı. Teröristlere ekmek ve peynir taşınıyor diye. Hammadde gelemez oldu. Fabrika paydos. İnsanlar yine açlığa mahkum edildi. Vali bile bana, "İshak Bey siz gelince ekmek kuyrukları kalkmıştı. Siz gidince yine oluştu." dedi. Biz ordan ayrıldık. İnsanlar yine fakirliğe mahkum edildi. Ordaki insan evine ekmek götürüyorsa, terörist bile azalıyor. Çünkü adam artık geçimini temin ediyor.
Bakın bir de Ankara'daki bürokrasi, Güneydoğu'daki bir fabrikaya Amerikalıyı ortak ettirmedi. Güneydoğu'daki fabrikaya yabancı bir ortak, stratejik çıkarlarımıza aykırı dediler. Adamı ortak etmediler. Halen anlamış değilim. Olmaz dediler.
Bu bahsi biraz daha açar mısınız?
Türkiye kendi yöneticileri tarafından fakirliğe mahkum edilmiş bir ülkedir. 1960 yılında biz çöplerimizi ihraç etmeye başladık. Neden çöp diyorum? Çünkü Ankara o insanlara çöp diyordu. Hatırlıyorum, 1960 Sirkeci Garı'nda birkaç Alman vardı. İnsanları seçen bunlardı ve trene koyup Almanya'ya götürüyorlardı. Ve Türk bürokrasisi bundan memnundu. Türkiye 1960 yılından sonra insan ihraç etmeye başladı. Fakat aynı bürokrasi yabancı sermayenin Türkiye'ye ithaline izin vermedi. Özal dönemine kadar bu devam etti. İnsanları yoluyoruz, böylece Türkiye rahat edecek diyoruz. Ama yabancının parasının Türkiye'ye gelmesine de engel çıkartıyoruz. Mesela fabrikama yabancı ortak alamadım. Ankara kabul etmedi. Aleyhimizde haberler çıkmıştı hatta.
1960'a gidiyoruz. Giden insanlara en kötü işleri veriyorlar. Ne bileyim, çöpçü oluyorlar. Bir an için düşün. Ankara bürokrasisinin akıllı olduğunu düşün. İki karar aldı: İnsan ihracatını önledim, para ithalatını da sonuna kadar serbest bıraktım. Siirt'teki, Trabzon'daki fabrikamı satıyorum. Mercedes'in Adıyaman'da fabrika kurmasını teşvik ediyorum. Bedava arsa veriyorum. Her türlü yatırıma da açığım. O zaman Anadolu'daki insan dışarıya çıkmamış oluyor. Yerindeki iş imkanlarını değerlendirmiş oluyor. Anadolu'nun her yerinde Alman ve Amerikan fabrikalar kurulmuş. Bütün Türkiye sermayelenmiş. Aynen bugünkü Çin gibi. Türkiye bundan 50 sene önce Çin olma fırsatını kaçırdı. Çin, insanını ihraç etmiyor. Yabancı sermayeyi ithal ediyor. Ben 50 sene önce akıllı olabilirdim. Olamadım. Halbuki olsaydım bugün Anadolu öyle bir halde olurdu ki, Avrupa'nın bir üyesi olurdu. Tartışmasız AB'nin üyesi olurduk. Şayet 1960'ların bürokrasisi biraz akıllı davransaydı. Ama maalesef bürokrasi o bağnazlığı ile bizi perişan etti. İnsanlarımız gidip çöpçü oldular. Ta ki Turgut Özal geldi ve biz uyandık. Ne yapmışız diye dövünmeye başladık.
Adıyaman'da bir şeker fabrikası satın almaya kalktık. Bürokrasi buna da mani oldu. Olmaz dedi. Neden? Oraya bir teknoloji getirecektik. Limon tuzu yapacaktık. Reddetti, sırf yabancı bir ortakla gireceğimiz için. Genelkurmay İsrail'le sıcak ilişkiler içinde. Buna rağmen Ankara'daki bürokrasi hayır dedi. Neden dedik? Hollandalı, ama arkasında İsrail var dediler. Yüzlerce kişiye iş vereceğiz, dedik. Olmaz dendi. Böyle çok anım var, bürokrasiyle ilgili. Aslında kendime şaşıyorum. Yine de umudumu kaybetmemişim.
Türkiye, Güneydoğu sorununu ancak orayı geliştirerek aşar. Şimdiki gelişme bir yerde beni korkutuyor. Çünkü dengesiz. Çok zenginin yanında aç yatan bir Anadolu var. İnsanları koparıp İzmir'e, İstanbul'a sürmüşüz. Boşalan Güneydoğu'ya yeni yatırımları teşvik etmemişiz. Bunları yan yana koyduğun zaman beni korkutan bir gelişme var. 'Aç kurt fırın duvarı yıkar' derler. Çünkü ekmek ister. İnsanları aç bırakmayacaksın. Doymaları şart.
Odalar Birliği'nin istihdam için işsizlik fonu önerisine ne diyorsunuz?
Önce zihnî bir devrime ihtiyaç var. Ankara'daki bürokrasinin daha insancıl olması lazım. Toprakperest bir bürokrasimiz var, insanımızı göz ardı eden, özel sektöre avantacı gözüyle bakan. İnsanlar aç ama dağlarım bol. Ne biçim bir zihniyettir bu? Buraya baktığımız zaman Çinli akıllı, Ankara akılsız gibi bir şey çıkıyor. O da çok rahatsızlık verici bir şey. İnsana hüzün veren bir olay bu. Benim insanım neden bir Çinli kadar akıllı değil diye geliyor aklıma. Benim zamanımda Kore bir iç savaş yaşadı. Kişi başına geliri 65 dolardı, 1950'de. Türkiye'de ise 200 dolar civarında. Kore iç savaştan sonra daha da fakirleşti. Ama bugün Kore'nin geliri 27 bin dolar, Türkiye'ninki 5 bin. O zaman bir Türk 3 Koreli idi. Ama bugün 5 Türk 1 Koreli etmiyor. Demek ki Türkiye'ye göre 15 defa daha gelişmiş. Bu utanç verici. Hyundai burada üretim yapıyor. Peki neden bir Türk şirketi Güney Kore'de üretim yapmıyor.
TÜSİAD'ın ismi ile ilgili bir değişiklik teklifiniz vardı, 1990'larda?
TÜSİİD kuralım dedim. Türkiye Sanayici İş İnsanları Derneği. Eski köye yeni adet getirme, TÜSİAD kalsın dediler. Ama şimdi kıvranıyorlar ne olabilir, diye ve başkanları bir bayan. Benim rüyamdı bu. Ben bu derneğin bir kadına önem vereceğini biliyordum. İkinci rüyam Leyla Alaton.
Nasıl buluyorsunuz?
Aman iyi ki gözü kara değiller. Birinci kuşak gibi boyunu, hudutlarını bilen, hayatın gerçeklerini özümsemiş, hayatlarını tarif etmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorlar. Kuşak enini boyunu bilmiş. Boyundan büyük maceralara girmemeyi biliyor. Biz profesyonelliğe inanmış bir şirketiz. Bugün Alarko'yu sağlıklı kılan yapı, profesyonellere yönetimin verilmesidir. Yolumuzu bulmaya çalışırken dalgalanabilirdik.
Mortgage piyasası geliyor, inşaatta patlama yaşanır mı?
O da ayrı bir problem. Herkes inşaata girdi. Şimdi açıyorsun gazeteyi, iki sayfası emlak satış ilanı. Neden bu kadar çok ilan veriyor? Demek satılmıyor ki ilan veriyor. Burada arz fazla, talep normal. Sonra sıkıntıya giriliyor. Çok fazla para toprağa ve çimentoya yatırıldı. Üretken fonksiyonlara gereken sermaye verilmedi. Bu, Türkiye'nin ekonomisine faydalı bir şey değil.
Değişime yargıdan başlanılması gerektiğini söylüyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?
Benim gördüğüm yargıda bir saygınlık erozyonu yaşandı. Saygınlığı büyük darbeler aldı. Çünkü mahkemeler gerektiği kadar hızlı çalışmıyor. Onların da bazı sıkıntıları var, maddi imkanları çok kısıtlı. 3,5 kuruş karşılığı çalıştırmaya bakıyoruz. Dolayısıyla bu, yolsuzluklara sebep oluyor. Türkiye'nin reform arayışının başında; yargı sistemine gereken saygınlığın kazandırılması gelmeli. Bunun için de en başında adalet sisteminde çalışanlara gereken önem verilmelidir. Gelişmeleri için gereken harcamalar göze alınmalıdır. Bu birinci kural. Diğer kural ise, Türkiye'nin yurtdışındaki imajını düzeltme. 301. madde bunların başında geliyor tabii. Bu maddeyi hâlâ tartışmak istemeyen, ona dokunulmasını istemeyen zihniyetin artık kendine çeki düzen vermesi lazım. Bu maddenin benzeri artık dünyanın her yerinde var deme hafifliğini de silmemiz lazım.
Türk parasını koruma kanunumuz da var, ama koruyamadık.
Aynen öyle. Ancak gerçeklerle koruyabiliriz. Demek ki, gerçekleri görmek lazım. Bazı insanlar cesur kararlar almaya hazır değiller. Türkiye'nin yöneticileri gerektiğinde cesur kararlar alabilmeli.
Peki, Anayasa?
Baştan yazmak lazım ama korkuyoruz. Ankara, korkuların egemen olduğu bir atmosfere sahip. Korkuyu ortadan kaldırmamız lazım. Düşüncelerimizi açıkça ortaya koymalı, onları tartışabilmeli ve yeni kararları alabilmeliyiz.
Son dönemdeki arazi satışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sağlıksız bir olay. Dengesiz bir gelişme. O kadar çok para var ki gideceği yeri şaşırmış. Bizim grup olarak arayışımız orada değildi. Boyumuz içinde kalmayı tercih eden bir grubuz. Gerçek dışı hızlı bir arayışın içinde değiliz. Çünkü bu hızlı arayış tehlikeli. Bu fazla ısınma kötü bir şey. Bu beni korkutuyor. Çünkü çok yükselen bir şey hızlı düşer. Hızlı düşersen düşüşün de o kadar yaralıyıcı olur. Sorumlu bir şekilde, yavaşça büyümek lazım. İniş çıkışlar yerine istikrarlı bir büyüme lazım. Zorlu çok vermedi. Takdir ediyor, tebrik ediyorum.
Siz kiradasınız..
En akılsız şey buranın sahibi olmak. Çünkü burası çok pahalı. Oranın hakkı gökdelendir. Buranın hakkı bu. 17 katlı bir yerimiz var. İki tane daha bina yaptık. Maslak'taki ilk gökdelenleri Alarko dikti, 1970'li yıllardı. O zaman orası patates tarlasıydı. 3 tane gökdelen diktik, sonra 5 oldu ve sonra bir tane daha, 6 oldu. Onu sattık sonra buraya kiracı olarak geldik ve çok mutluyuz. Yüzlerce gökdelenin içinde bir tanesine sahip olmaktansa burada Boğaz'a nazır bir yalıda çalışmayı yeğlerim.
Babanızla bir tartışmanız olmuş..
O küstü. Hayata ve devlete küstü. Zamanında anlayamadığım bir şeyler oldu. Babamı suçlamıştım. Ama onun söylediği manidardı. Bak ben devletime ihanet edersem beni mahkemeye verirler, idama mahkum ederler, dedi. Bir an düşündüm ve devletim bana ihanet ederse ne olur? Bana baktı sonra. Hiç kimsenin kılı kıpırdamaz, dedi. Sen halinle kalırsın. Aşkale'ye götürdüler. Bir yıl kaldı, sonra affettiler. Rezil, utanç verici bir aftı ama. Affettim dedi devlet, kalan borcunu da siliyorum. Gene vagonlara doldurdular babamları, 3 gün 3 gece onun içinde İstanbul'a yolladılar. Ve işte o zaman bitti. 40 yaşındaydı. Bütün hayat bağı değişti. İflas etmiş, ev eşyalarını satmış bir adamdı. Ben 15 yaşındaydım. Üniversiteye gidemedim. 16 yaşında çalışmaya başladım. Ama üniversiteye gidemedim diye üzülmedim. Çünkü o zamanı daha iyi kullandım. Daha verimli geçti. Fakat babamın olayı bana bazı gerçekleri gösterdi. Babam Ankaralıydı. Atatürk'ü tanımıştı. Atatürk o zamanlar cuma günleri, Çubuklu Barajı'na giderdi. Babam da giderdi. O zaman 20 yaşındaydı ve Atatürk'e gönülden bağlıydı. Halk evine gider, gençlere Farçsa dersleri verirdi ve para almazdı. İnançlı biriydi ve Atatürk'e bağlıydı. Atatürk ne kadar devrimci ise İnönü de o kadar tutucuydu. İnsan doğduğu yeri sever. Siz bana bu kötülüğü yaptınız ama ben size iyilikle cevap vereceğim, vazgeçilmez bir adam olacağım dedi, babam. Biz de bunu hedefledik ve başarılı olduk.
Zaman