Ecevit'i utandıran soru
Atina"da bir otelde Bülent"le karşılıklı odada kaldık. Bülent odanın kapısını çaldı ve “Otel katibi Almanca bir şeyler söylüyor, anlamıyorum” dedi. Adamın dediğini tercüme edince...

Bülent Ecevit"le 1950"li yılların başlarında tanışmıştım. O zaman Ulus gazetesinde çalışıyordu. Gazetenin başında Prof. Nihat Erim vardı.
Ecevit, ilk zamanlar, iyi dil bilen bir genç olarak gazetede Prof. Erim"in misyonunda onun özel kalem müdürü gibi işe başlamıştı. Nihat Erim, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü"nün önde gelen “gözde”lerinden biriydi. Parlak bir politikacıydı. 1950 öncesinde bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapmıştı.
Ecevit"in babası eski Kastamonu Milletvekili Dr. Fahri Ecevit, sayıp sevdiği bir büyüğü idi. Bülent"in 1945"te Basın Yayın Genel Müdürlüğü"nde işe alınmasında, daha sonra Londra basın ateşeliğinde bir görev verilmesinde Başbakan Yardımcısı Nihat Erim"in rolü olmuştu. Nitekim, 1950"de CHP seçimi kaybedip iktidardan düşünce yurda dönmek zorunda kalan Ecevit"e yine Prof. Nihat Erim sahip çıkmıştı. Onu CHP"nin yayın organı Ulus"ta yanına almıştı. Bülent Ecevit"in gazeteciliği işte böyle başlamıştı.
O, bizler gibi mesleğe muhabirlikten başlamamıştı. Bir yandan gazetinin başyazarı Erim"e asistanlık yaparken diğer yandan Ulus"ta “Sanat eleştirileri” yazmaya başlamıştı. Müzik, resim, tiyatro ve ilgili sanat yazıları yazıyordu. O tarihte gazetelerimizde bu tür yazılara pek ender yer veriliyordu. Fakat, Bülent Ecevit ısrarla bu işi yapmak istiyordu.
“Ulus”un yazı işleri kadrosunda çalışanlar arasında ona dostluk ve şevkatle yaklaşan tek yönetici Nihat Subaşı idi. Yazı İşleri Müdürü olarak yetkileri elinde tutan -yani bugünün Genel Yayın Müdürü durumundaki- Münir Berik"in sanat eleştirileri yazılarını koymamasından çok şikayetçiydi. Allahtan Nihat Subaşı, Münir Berik"in izin günlerinde gazeteyi çıkardığında bu yazılara yer verirdi.
Ecevit, gazeteciliği çok sevmişti. Her gün matbaaya en erken gelen o idi. Sabahın köründe elinde siyah çantası ve içinde Rahşan Hanım"ın yaptığı yemek bulunan sefertası olduğu halde gazeteye gelirdi. İlk yaptığı iş sefertasını kalorifer radyoterinin üzerine koymak olurdu.
Eskiden, bugünkü gibi çalışana yemek mi verilirdi?
Yemek işini ilk başlatan gazete Hürriyet olmuştu 1955 yılında, Cağaloğlu"ndaki yeni binasında!..
Bugünün gençleri, çocukları “sefertası” kelimesinin ne olduğunu dahi bilmiyor. Lugata bakıyor!..
Eskiden çalışan dar gelirli insanlar, sabah işe gelirken yemeklerini evlerinde “sefertası” denilen kaplara koyarlar, ikili veya üçlü bu kaplardaki yemekleri ısıtıp yerlerdi...
1950"li yıllarda sefertası ile her gün Ulus"a gelip gazetecilik yapan Bülent Ecevit, 1960"lı yılların başında Çalışma Bakanı olunca çalışanları sefertası taşımak zorunluluğundan kurtardı. İşverenlere yemek mecburiyetini Toplu Sözleşmelere kabul ettirdi. İlk yıllar 50-60 lira aylıkla yaptığı gazetecilik daha sonraları “Günün Işığında” sütunu elde edince birkaçyüz lirayı buldu. Artık günlük yazı yazan bir gazeteci olmuştu Bülent Ecevit...
Yazılarını genellikle evinde kaleme alıyordu. Rahşan Hanım"ın sansüründen geçmeden hiçbir yazı gazeteye verilmiyordu. Sivrilikler, suç sayılabilecek cümleler hep törpüleniyordu. Yazısını Yazı İşleri Müdürü Nihat Subaşı"na verirken:
- “Merak etme, Rahşan okudu” diye takılmaktan zevk duyuyordu.
Ecevit, iyi bir yazardı. Temiz ve düzgün Türkçesi vardı. Yeni kelimeleri kullanmaktan zevk alırdı. Bu konuda Türkiye"de öncülük yapan yazarlardan biri olmuştu. İyi yazar, iyi konuşan bir aydındı. Zaman içinde kendini çok iyi yetiştirmişti...
YUNANİSTAN"A YAPTIĞIMIZ SEYAHAT
1960 yılında Zürih ve Londra antlaşmalarına göre Kıbrıs Anayasası hazırlandıktan sonra bu anayasanın ruhuna uygun olarak Türk ve Yunan kamuoylarının hazırlanması için bir toplantı düzenlenmişti. Atina ve Rodos"ta yapılan toplantıya her iki taraf ağırlıklı olarak katılmışlardı. Bizden Ahmet Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay, Nadir Nadi, Abdi İpekçi, Ulus"tan Bülent Ecevit ve Hürriyet"ten Genel Yayın Müdürü olarak ben katılmıştım. Amaç, iki ülke basınında barışçıl bir havanın yaratılmasıydı. İki rapor okundu toplantılarda. Birisi Ankara"daki London Times gazetesi muhabiri David Hotham hazırlamıştı. Son bir yıl içinde Türk basınında Yunanistan"la ilgili çıkan haberler ele alınmıştı. Aleyhte neler vardı?
Yunan gazetelerine de Atina"daki Le Monde muhabiri Marc Marcou inceleyip, raporunu vermişti. Yunan raporu Yunanlı gazete sahip ve başyazarlarını çok utandırmıştı. Türkiye ve Türkler Yunan basınının en büyük sermayesiydi. Ne uyduruk haberler, ne düşmanca başlıklar ve yorumlar?
Kathimerini gazetesinin sahibesi madam Jilahu utancından yerin dibine girecek gibiydi. Başını iki elinin arasına almış, yüzünü göstermek istemiyordu. Öylesine utanmıştı kadıncağız. Onurlu gazeteciydi.
Bu toplantının yükü benimle İpekçi ve Ecevit"in üzerindeydi.
Ecevit"in ne kadar çalışkan ve yetenekli biri olduğuna 1961"deki Türk-Yunan gazetecileri toplantısı dolayısıyla tanık olmuştum.
Abdi İpekçi"nin ısrarı üzerine İstanbul"dan Atina"ya onun Volkswagen (Kaplumbağa tipi) 1960 model arabasıyla gidip gelmiştik.
Gelirken Yunanistan"ın Lamia şehrinde gecelemiştik bir küçük otelde... Ben ve Abdi iki yataklı bir odada kalmıştık. Ecevit"te karşımızdaki bir odayı almıştı.
Biz Abdi İpekçi ile yatağa uzanıp dinlenirken kapımız çalındı. Açtığım da Bülent Ecevit karşımdaydı. Otel katibi de onun kapısında bekliyordu.
- “Sayın Zincirkıran” dedi Bülent Bey, “Bu adam Almanca bir şeyler söylüyor, anlamıyorum, siz biliyorsunuz ne istiyor sorar mısınız?”
Otel katibinin yanına gitti:
- “Ne söylemek istiyorsunuz?”
- “Ha” dedi, “acaba odasına güzel bir kadın istiyor mu? diye kendisine sormuştum.”
Ecevit"e bunu türcüme edince önce güldü, sonra utandı. Bizim odanın kapı içinde duran Abdi İpekçi"nin de gülme krizi tuttu.
- “Ulan, dedi Bülent"i adam bıyıklı, mıyıklı görünce bu nasıl olsa kabul eder diye kadın teklif ediyor, bize sormuyor bile!..
Ertesi sabah Lamia"dan Selanik"e doğru giderken Ecevit bana sormuştu:
- Dünyanın her yerinde otellerde kadın teklif etme gibi bir adet var mıdır? Sayın Zincirkıran..
Bu soru üzerine Abdi"nin gene gülme krizi tuttu. Allah"tan arabayı ben kullanıyordum...
Almanya"daki işçilerimizin hayatını yazı dizisi yapmıştı
Ecevit Çalışma Bakanı"yken 1962 yılında Almanya"ya gitti ve oradaki işçilerimizin çalışma hayatını inceledi. Kendisinden bu incelemeleri Hürriyet"e yazmasını istemiştik. Gerçekten çok güzel bir dizi yazısı olmuştu... Biz de Hürriyet"te en iyi şekilde göstermiştik. Yazı paralarını nasıl gönderelim, diye sorduğumuzda “Altınokta
Körler Okulu”na ödenmesini söylemişti.
Böylesine gözü tok ve maddiyata önem vermeyen biriydi gazeteci arkadaşımız Bülent Ecevit...
Onu hep anacağız...
Vatan