Defne Samyeli hangi kanalda başlıyor
Ana haberden gündüz kuşağına geçiş yapan Defne Samyeli: Bu, benim için Rönesans dönemi

Show TV'nin ana haber sunucusuydu; yeni ekip gelince işinden ayrıldı. Ardından 'peri masalı' gibi evliliği bitti, çok şey yazılıp çizildi. ATV'de ekrana gelecek kadın programıyla ekranlara dönen Defne Samyeli, zor günler geçirdi ama kendini yeniledi, değiştirdi, ve yeniden doğdu; zorlu günlerini Sabah gazetesinden Şirin Sever'e anlattı.
- Kaç yıl oldu ekrandan uzak kalalı?
- İki yıl. Gerçi seçim gibi özel dönemlerde bazı programlara seri şekilde konuktum ama profesyonel olarak çalışmayalı iki yıl oldu.
- Sürekli ekranda olan insanlar için, ekrandan böyle uzak kalmak bir mutsuzluk nedeni midir?
- Sorduğun soru enteresan çünkü benim ömrümün yarısı canlı yayınla geçti. 18 yaşımdan beri ekrandayım. Benim de kendime sık sorduğum bir sorudur, ego bunun neresinde diye? Çünkü egosu büyük olmayanlar zaten bu kadar göz önünde olacakları bir işi yapamazlar! Ama bu da bir yük insanın üzerinde... İsteseydim aynı hafta yeniden ekranda olurdum, o kariyer bir şekilde sürebilirdi.
- Niye istemediniz peki?
- Bu iki yıl boyunca çok yoğun şekilde GS Seyrantepe projesinde çalıştım, çok sancılı ve zor bir dönemdi. Oraya destek verirken, full time bir işi sürdürebilme imkânım yoktu. Bunu bir fırsat olarak değerlendirmeyi tercih ettim.
- Kendinizi mi kandırıyorsunuz?
- Gerçekten değil! Çünkü ruhen yorulmuştum, yaptığım işte mutlu değildim. Ekranda enerjim düşüktü.
- Sebebi neydi?
- Genel olarak işin bize dayattığı faktörler! Günlük yapılan haber yayıncılığının belli bir konjoktürü var, onun dışına çıkmanız pek istenmiyor. Doğu ile Batı arasına sıkışmış, daha sansasyonel, Batı televizyonlarına baktığımızda örneklerini çok göremeyeceğimiz bir yayıncılık anlayışımız var...
- Haberciliğimiz ezelden beri böyleydi, bu kadar zaman sonra rahatsız olmanız neden?
- İnsanların belli bir zamanı var; 20 yaşınızda sizi rahatsız eden şey 30 yaşınızda etmeyebiliyor. O anda, hayatımın o evresinde, haber müdürüyken hele; yetmiyordu bana, kesmiyordu beni bu anlayış. Çünkü ileri götüremiyordum, daha farklı bir şey koyamıyordum ortaya.
- Ne yapmak, nasıl bir habercilik anlayışı getirmek istiyordunuz?
- Bundan birkaç sene öncesinden yabancı televizyonlarla ilişkilerim olmaya başladı, CBS'le, FOX'la bağlantılarım oldu; onlara haber göndermeye başladım, yazmaya başladım, programlarına konuk oldum. Washington Post'ta yazılarım yayımlandı. Böyle ilişkiler ve Batılı habercilik anlayışının içine girince 'değişmeli, yenilenmeli' fikri daha çok oturmaya başladı kafamda. Seyirciye hep saygı duydum ve onların hep çok daha iyi, kaliteli işler hak ettiklerine inandım.
- Biraz daha kalsaydınız, bu Doğu tarzı dediğiniz haberciliği değiştirebilir miydiniz?
- Yo hayır değiştiremezdim...
- Ama bırakmadınız da?
- Diğer televizyon kanallarında da daha iyi, farklı işler yapılmıyordu ki! Bunu hep konuşuyorduk aramızda ama bu sadece bizimle ilgili bir şey değildi. Genel durum böyleydi.
- Başınızdan bir sürü şey geçti bu iki yılda, belki bunu hiç aklınıza bile getirmemiş olabilirsiniz ama merak ediyorum... Ekrandan ve meslekten uzak kalmak 'silinip gideceğim' gibi kaygılar yaratmadı mı gerçekten de?
- Asla! Hiç düşünmedim böyle şeyler, sektör bile değiştirebilirdim. Ben doğuştan iletişimci olduğumu düşünüyorum. Televizyon ya da başka bir şey fark etmez ama benim işim insanlarla iletişim kurmak!
- Yani?
- Kitap yazardım herhalde! Çok istiyorum bir roman yazmayı. Bu da bir iletişim. Bir ara düşündüm bunu; biraz kendimi dinleyeyim, kendimi bulayım istedim. Hayatta her şey iyi giderken kendini tanıman çok da mümkün değil. Her şey iyi gitmediğinde kendini tanımak lazım, o durumda gücünü test etmek lazım. Çok kısa zamanda çok şey yaşadım, kariyerimdeki ve özel hayatımdaki dalgalanmalarla da, kendimi tanıma adına büyük bir yol katettim...
- Ne buldunuz kendinize dair?
- Bu benim için bir Rönesans dönemi! Yeniden doğuyorum. Benim açımdan şaşırtıcı bir deneyim çünkü hayatta çok önemli olduğunu düşündüğüm bazı şeylerin hiç de o kadar önemli olmadığını fark ettim...
- Ne gibi şeylerin?
- Mesela hayatımı başkalarının doğrularına göre yaşamanın ne kadar yanlış, ne kada kkısıtlayıcı olduğunu öğrendim. Önemli olan benim, onu keşfettim! Bu arayış sonrasında bulduğum benden de memnun oldum.
- Neden başkalarına göre yaşıyordunuz ki? Tanınmış, şöhretli bir yüz olduğunuz için mi?
- Çocuk yaşta ekrana çıkıyorsun ve tanınan birisin; artık tüm davranış ve yaşayış şekillerini etkileyen bir hal alıyor bu. Kafamın gerisinde hep, 'başkalarını üzer miyim, başkaları beni yanlış tanır mı' endişeleri vardı. Onların hepsinden sıyrıldım bu dönemde. Kendimizi bazen işimize, bazen sahip olduğumuz mallara, bazen ailemize sıkı sıkıya bağlıyoruz; sanki onlar olmadan yaşayamazmışız gibi kendimizi onlarla tanımlıyoruz.
- Hata mı bu sizce?
- Hata değil ama çok doğru değil! Günde 12 saat çalıştığımı bilirim; kanser oldum 'aman tedavi bitsin, yayın ne oluyor' diye dert ettim. Çocuklarımdan biri iki, diğeri üç haftalıkken ekrana çıktım. Bu iki yıllık sürede bu kararlarımı da çok sorguladım. Yapmamalıydım!
- Değmez miymiş?
- En azından doğum izni almalıydım! Ben bu izinleri almadım diye kimse bana madalya takmadı. Kariyer sahibi kadınların düştüğü bir hatadır bu. Kadın tarafımızı, anne tarafımızı yok ediyoruz her gün. Bizden o bekleniyor çünkü. Ne kadar erkek gibi olabilirsen o kadar saygı görüyorsun. Büyük yanlış!
- İşiniz, kariyeriniz güç veriyor ama; ayakta tutuyor sizi...
- İşinin de olmadığın düşün! Kale gibi olduğunu düşündüğün o ailenin de olmadığın düşün... Öyle bir dönemdeki Şirin acaba nasıl olurdu, arkadaşlarıyla ilişkisi nasıl olurdu? Etrafındaki herkesi, arkadaşlıkları, aileyle ilişkileri, çocuklarla ilişkiyi işte böyle zamanlarda sınıyorsun. Bazı sınavlardan çok sevindirici sınav sonucu çıkıyor, bazılarından hiç beklemediğin sonuçlar... O kâğıtları bir kenara ayırıyorsun işte. Artık şunu biliyorum ki; hayattan daha büyük bir öğretmen yok!
GÜZEL OLDUĞUM İÇİN EKRANA ÇIKTIM AMA YETENEĞİMLE ORADA KALDIM!
- Her dönem ayrı bir furya oluyor ekranda. Bir dönem güzellik kraliçeleri ana haber sundu, anchor'lık koltuğunda oturdu sonra da medyanın duayen isimleri, ağır abileri geçti o koltuklara. Dengeler neye göre değişiyor, kimler belirliyor bu değerleri, bir fikriniz var mı?
- Arz ve talep meselesi galiba. Sektörün önemli oyuncularından biri değilsen eğer, nedenleri bilemezsin. Mesela Jülide Ateş çok yakın arkadaşımdır ve biz onunla aynı dönemde işe başladık Star'da. Özel kanalların açıldığı ilk yıllarda TV kendi starlarını yarattı ve bu çok doğruydu. Bizim gibi en az 25 kişiye daha şans verilmiştir o dönem ama sadece Jülide ve ben kalabildik. Çünkü o dönem prompter yok, tekst yok, konuşamayan kimse o işi yapamaz! Yani biz güzelik kraliçesi olduğumuz için ekrana çıkma şansını yakalamış olabiliriz ama sadece güzel olduğumuz için kalmadık.
- Çirkin kadının ekran şansı var mı?
- Şöyle söyleyeyim; yapılan birçok araştırmaya göre, kadın ya da erkek, insanın fiziğinin güzel olması yaptığı her işte kendisi için avantaj sağlıyor. Yani gözümüze daha hoş görünen insanlara yöneliyoruz otomatikman. Kimse dünya güzeli olmak zorunda değil ama eli yüzü düzgün olmak, hele ekran gibi bir yerde, bence gerekli. Bana da ekran ehliyetinin verilmesi, böyle bir imkânın sağlanması; elbette 1991 yılında katıldığım güzellik yarışmasıyla oldu. Ama o noktada, ilk patronum Cem Uzan'ın benim için söyledikleri önemlidir.
- Ne demişti?
- 'Bu Defne'nin ağzı çok iyi laf yapıyor. Kalırsa içlerinden bir o kalır' demişti! Güzel kadına iş teklifi gelebilir ama yetenekliyse yapabilir.
- Güzel olan akılda kalıyor ama değil mi?
- Öyle değil ya... İster şeytan tüyü de, ister ekran ışığı de, her neyse adı; sende o yoksa istediğin kadar güzel ol, biblo gibi kalırsın ekranda.
- Kadın anchor dönemi geçti, bitti mi sizce?
- Kesinlikle bunun bir nedeni, dönemi olduğunu düşünmüyorum. Çok fazla anlam yüklüyoruz bence, 'kadınların devri bitti' diyoruz mesela. Aslında gerçekten hiç böyle bir şey olmayabilir. Bana hiç teklif gelmemiş olsaydı işten ayrıldıktan sonra; belki bu anlamda genel bir talep düşüklüğünden ben de söz edebilirdim.
- Size ilk 'ana haberi sun' diyen kimdi?
- Rahmetli Ufuk Güldemir'di Show'da; Erol Aksoy döneminde. Şov programı yapıyordum. 'Seni haberde değerlendirelim' dedi. Bana çok çekici gelmedi çünkü prompter'dan önüme konulan metni okumayı manasız bulmuştum!
- Sonra kim çeldi aklınızı?
- Kanal D'de çalıştığım dönem... Talkshow gibi birşey yapacağız ama şartlarımdan çok memnun değilim. O sırada hamile olduğumu öğreniyorum ve bebeği düşürme riskim var. Faruk Bayhan ve Fatih Altaylı var yönetimde, tam onlara 'Gerekirse sözleşmeyi iptal edelim' demeye hazırlanırken 'Reha Muhtar Show'a gitti, programı sen yap,' dediler. Üç yıl Gecenin İçinden programını yaptık. Çok başarılı oldu. Yönetim değişti, Tuncay Özkan geldi, ben de ana haberi sundum.
- Ana haber farklı bir güç mü?
- Yoo değil. Oradaki rolün ne kadarsa, gücün de o kadar aslına bakarsan! Ana haber, tam tersine anchor'ın rolünü kısıtlayan bir şey.
- Eğitim falan aldınız mı bunun için?
- Her sene Amerika'ya giderim. Hem Colombia Üniversitesi'nde bir hocam var, hem NBC'nin anchor'larını eğiten bir medya hocam var.
- Türkiye'nin en iyi habercileri arasında sayıyor musunuz kendinizi?
- Ben böyle bir cümle sarfetmem. Öyle iddialı biri değilim çünkü.
- Ekranda ne kadar iddialı görünüyorsunuz halbuki; kaşları yukarı kaldırarak, meydan okuyarak falan haber sunuyordunuz!
- Lütfen bu söylediğimi yazar mısın: Şirin bunu söylerken, kaşını kaldırıyor ve belli ki ekrandaki halimden hiç hoşlanmıyor sayın okur! (kahkahalar)
- E soğuk bir görüntü vardı ama!
- Kıl bir durum yani (Kahkahalar). Bakarsın bu programımı daha çok seversin, belli mi olur? Şimdi Şirin... Bugün ana haberde okunacak bültenleri koysam önüne, oku desem acaba nasıl yaparsın? İş çok ciddi çünkü. Sana bütün renklerini gösterme imkânı tanımayan bir iş o koltuk.
- İki yıl sonra yeni bir işle ekrana çıkıyorsunuz. Heyecan var mı?
- Çok heyecanlıyım çünkü gündemimde başka işler varken, yabancı bir kanal için belgesel çekmek isterken, tekrar ana habere dönmemle ilgili teklifler varken bu işe 'evet' dedim.
- Nasıl bir program bu?
- Haber-talkshow arası bir şey. Bir tek kıstasımız şu; biz artık ağlamak değil, gülmek istiyoruz. Bu artık benim ruhumun da ihtiyacı olan bir şey. Ama konuşmayacağımız hiçbir şey de olmayacak.
- Adı nedir programın?
- Adı Defne. 3 Mayıs'ta başlıyoruz ve hafta içi her gün, saat birle üç arasında yayında olacağız bir değişiklik olmazsa.
- Bunca yıl anchorwoman olduktan sonra gündüz programı kesecek mi sizi?
- Bana çok daha iyi bile gelebilir! Ayrıca gündüz programı adı altında tarif edilen şey kadın programları mı? Öyleyse onu neden küçümsediğimizi de anlamıyorum. O programları sunan ekran yüzleri çok başarılı işler çıkarıyor.
- Boşluk döneminde ekranı takip edebildiniz mi?
- Bir dönem hiç izlemedim. İşe küskünlükten değildi bu; haberlerin seni aşağıya çeken taraflarından uzaklaşmak istedim. Ruhi detoks!
- Anchor'lığa doymuşsunuz!
- Ana haberde alanım dar Şirin! Yani ben daha çok oynayabilmek, daha çok konuşmak istiyorum. Anchor seyircinin gözündeki güvenilirliğine, arada habere kattığı yoruma rağmen zaman zaman sadece anonsör olmakla sınırlı kalıyor. Bir yayında ortaya koyabileceğim çok farklı renklerim var oysa... Seyirciyle onları paylaşmak istedim bu dönem; seyirciye sığınmak istedim, daha çok konuşmak istedim, röportaj yapmak istedim ben...
GÜNDÜZ SEYİRCİSİNE DE ULAŞMALIYIM
"Benim açımdan çok cazip çünkü bana konuşma ve gülme imkânı verecek bu program. O yüzden çok heyecanlıyım. Hayatımın bu döneminde, bu denk geldiği için yaptığım bir iş değil bu; doğru bir proje olduğunu düşünüyorum. 'Prime time yüzüsün, bir adım gerilemek gibi algılanır mı' diye bakmıyorum. O saatin de çok değerli olduğunu, o seyirciye de ulaşmam gerektiğini düşünüyorum. İyi bir şey katıyorsan varsın, yoksa yoksun."