'Çalışırken orgazm oluyorum'
Havalimanları Kralı Hamdi Akın: Doktora 'İşimle orgazm oluyorum' dedim, o da..

Balçiçek Pamir'in röportajı
İşadamı Hamdi Akın'a son günlerde takılan isim çok. "Limanların Efendisi", "5 milyar dolara imza atan adam" aklıma ilk gelenler. Atatürk, Esenboğa, Kahire, Mersin Havalimanları, Araç Muayene İstasyonları işletmeciliği derken, geçtiğimiz günlerde halka açılan TAV'ın 320 milyon dolarlık hisse senedi talebine yaklaşık 5 milyar dolarlık talep geldi.
Başbakan Erdoğan'ın TAV'ın başarısı için bizzat kutladığı Akfen şirketinin sahibi 1954 doğumlu Hamdi Akın bu haftaki Pazartesi Sohbeti Konuğu. Hamdi Akın Ankaralı işadamı olarak tanınıyor ama aslında İstanbul Fatih doğumlu. Anne Kayserili, baba Bursalı.
Aile Rusya'dan göçmen olarak gelmiş. Hamdi Akın 2 kız çocuktan sonra, babasının deyimiyle eve gelen servet. "Babam oğlan çocuğu olsun çok istemiş. Sonra ben olmuşum ama biraz geç olmuş. Babam beni severmiş ama '40'ından sonra gelen serveti ben ne yapayım?' diye kaldırıp bir kenara koyarmış beni." Saraçhane'de büyüyen Akın'ın o zamanki en büyük keyfi mahalledeki nalbantları izlemek, itfaiyecilerin koşuşturmalarını takip etmekmiş. "O zamanlar hayalim yoktu" diye anlatıyor "Ama en azından hiçbir şey yapmasam nalbant olurdum çünkü bugün bile ata nalın nasıl çakılacağını çok iyi bilirim."
Baba Akın İstanbul'da manifaturacılık yaparken bir gün Ankara'daki bir tanıdıktan iş teklifi alır ve Akın ailesinin hayatı birdenbire değişir. Hamdi Akın İstanbul'a göre şartların çok daha kötü olduğu Yenimahalle'de bir bodrum katında bulur kendisini. "İlk işim yazlık sinemada çekirdek satmaktı. O zamanlar erkek çocuk aklı erer ermez işe koşturulurdu. İlk işimde müthiş zarar ettim çünkü çekirdeği toptancıdan alacağıma perakendeciden pahalıya almışım. Ticaretin ilk dersini orada öğrendim."
Son dönemlerin parlayan işadamlarından Hamdi Akın'ın çekirdek satmaktan aldığı ihalelerin toplamı olan 5 milyar dolara imzaya uzanan öyküsü, öncelikle babasının zoruyla Gazi Üniversitesi'nde makine mühendisliği okumasıyla başlıyor. Öğrenci hareketlerinin yoğun olduğu dönemde çabuk gaza gelen oğlunu aşırı uç siyasetten korumak adına baba Akın, okul bitmeden oğlunu bir şirket kurması için destekliyor ve Hamdi Akın ilk kez mahallenin camisinin kazanını yapıyor.
"Uğurum" dediği cami kazanı işinden sonra hayatındaki dönüm noktası 80 ihtilali oluyor. Akın kendi deyimiyle devlet müteahhitliğine soyunuyor. 1977 yılında kurduğu Akfen ile önce mühendislik, müteahhitlik konusunda iş yapıyor. Sonrasında ise kalorifer kazanları, yakıt tankları gibi ürünlerde imalata yöneliyor. Kısa bir siyaset tecrübesinden sonra onu Atatürk Havalimanı'nın işletme ihalesini kazanan isim olarak görüyoruz.
* Yani siz babadan zengin değilsiniz. Ne yaptıysanız kendiniz yaptınız.
-Kesinlikle. Babamın bende emeği çoktu tabii, ondan çok şey öğrendim.
* Koç, Sabancı ya da Şahenk gibi şirketleri aileden devir alanlara göre şanslı mı yoksa şanssız mısınız?
-Benim işim daha kolay. Yaptığım her şeyi ben kendi başıma yaptım. Onun üzerimdeki sorumsuzluğu var. Onların işi çok zor. Başkalarının kurduğu şirketlerin sorumluluğu her zaman ağır bir yüktür. Onlar her adımlarını planlı atmak zorundalar. Hep hesap vermeye mecburlar. Ben kimseye hesap vermek zorunda değilim. Kendi işim, kendi kazandıklarım. Batarsam batarım, kime ne? Oğlum bana göre daha şanssız olacak örneğin. İkinci jenerasyon ne kadar başarılı olursa olsun, birileri mutlaka "Babasının kazandığını har vurup harman savurdu" diyecek. Benim için öyle bir risk yok. Yani veliahtlık her zaman krallıktan daha zordur. Koç, Sabancı ve Şahenk'in işi bana kıyasla zor.
* Siz plan yapmaz mısınız?
-Hayatımda hiç plan yapmadım.
* Plan yapmadan nasıl olur?
-Asıl planlayarak olmaz. Aslında kimse plan yapmıyor ama kimse benim gibi açıkça söylemeye yanaşmıyor. Önünüze fırsatlar çıkar siz de onları değerlendirirsiniz, o kadar. Şirketin kendi içerisinde tabii ki planlama var.
* Çok çabuk heyecanlanan bir yapınız olduğu söyleniyor.
-Doğru. Benim etrafımda bir olay olacak da ben katılmayacağım. Pek mümkün değil. Gençken öğrenci olaylarına da öyle katılmıştım.
* Gaza geliyorsunuz.
-Gelirim, hem de ne gaza gelirim. Üstelik başkalarını da gaza getiririm.
* Öğrenci olayları derken, hiç hapis yattınız mı?
-İki gece. Nezaret denilen zıkkım yer ufacık. İkide bir gelip su döküyorlardı. Rutubet oluyor, sen ayaklarını yere koyamıyor, sehpanın üzerine tünüyorsun. Feci bir şey. İşkencenin başka bir türü herhalde. O dönemlerde biz "Halkın özgürlüğü" için yürürdük, Apo ve yandaşları "Halkların özgürlüğü" için yürürdü. Ortam o kadar karışıktı yani. Nezaret bana çok şey öğretti, koptum öğrenci hareketlerinden. Okul bitmeden kendi şirketimi kurdum. O zaman mahallenin bir kahvesi vardı. Herkes orada iş bağlardı, gide gele ilk işimi aldım. Mahallenin camisinin kazanını yaptım. O iş çok uğurlu geldi bana.
* Kahve kültürünüz var yani.
-Olmaz mı? Alası var. Hâlâ kahveye gitmeye bayılırım. Okey bilardo, rakip tanımam yani.
* Ne zaman vakit buluyorsunuz? Duyduğuma göre insanüstü bir tempoyla çalışıyormuşsunuz.
-Çok çalıştığım doğru. Günde 14 saate kadar varıyor bazen bu durum.
* Yine de işle ilgili konuşurken gözleriniz parlıyor, yorgunluktan eser yok. İş size adrenalin mi sağlıyor? Bir çeşit orgazm mı?
-İlk eşimi çok ani bir şekilde, bir gecede korkunç bir hastalık yüzünden kaybettim. İki çocukla ve geliştirmem gereken bir iş ile baş başa kaldım. Annem ve babam olmasa ayakta duramazdım. O dönemde kendimi işe bir verdim hâlâ aynı durumdayım. Fiziksel bir rahatsızlığım olmuştu Amerika'daki Mayo Clinic'e gittim. Sizin sorduğunuz aynı soruyu bana doktor da sordu. Ben de "Evet işimle orgazm oluyorum, çalışırken orgazm yaşıyorum" diye cevap verdim. Doktor "O zaman devam et" dedi. Şimdiye kadar negatif bir yanını görmedim.
Özal ile Erdoğan'ın tek benzer tarafı dindar olmaları
* Özal dönemini yakından bilen onu tanıyan işadamlarından birisiniz. Gerçekten de Erdoğan ile Özal birbirlerine benziyorlar mı?
-Dönem benziyordu ikisi değil. Özal ile birlikte yepyeni bir kitle gelmişti Ankara'ya. Kimse onları tanımıyordu. Bizim de şansımıza oldu. Mesela siyaset sıfırlanınca yeni kadroyla samimi olduk. çevremiz bir anda genişledi. O kadro sayesinde 1986 yılından sonra devletle iş yapmaya başladık. AKP ile de aynısı oldu. Yepyeni, taze bir kadro geldi. Tayyip Bey'in bir olaya karar vermesi için birkaç kişiyle tartışması yetiyor. Özal çok bilgiliydi. Müthiş bir tecrübesi vardı. O tecrübeye, o bilgi birikimine rağmen bir şeye karar verirken en az 10 kişiden görüş alırdı. En büyük farkı oydu bence.
* Hangisi tabiri caizse daha iyi patron?
-Tayyip Bey'in farklı bir yönü var. O çalıştığı arkadaşlarına örneğin bakanlarına Özal'a kıyasla daha çok yetki veriyor. Özal herkesin işine karışırdı. Örneğin bakanı atlar müsteşarı arardı. Ama öylesine heyecanlı ve bilgi doluydu ki kimse garipsemezdi. Bence tek benzerlikleri ikisinin de dindar adam olması. Dünya görüşlerinde bir yakınlık var. Cemaatlere aynı şekilde yakınlar. Tek parti iktidarı olarak partilerine hükmetme tarzları da benzer olabilir.
Aziz Yıldırım hem sağlığından hem parasından veriyor
* Bildiğim kadarıyla iyi bir Fenerbahçe taraftarısınız. Asbaşkanlık da yaptınız. Nereden geliyor FB'lilik?
-Babamın takımla pek ilgisi yoktu ama amcam sıkı Fenerliydi. Benimki de oradan. Ama bizim ailede asıl Fenerli annemdir. Örneğin şu anda 78 yaşında ama ilk 11'i sayar, kimin nereye satılacağını, kaç para edeceğini bile bilir. Asbaşkan olduğum dönemde en büyük hesabı anneme veriyordum. Bunaltıyordu. Her gün futbol ve kulüp konuşuyorduk telefonda. Aziz Yıldırım'ı çok sever, sayar.
* Siz Fener'in bugünkü durumu için ne düşünüyorsunuz?
Fenerbahçe her şeyi yaptı. Bütün altyapılarını tamamladı. Ama bence yönetimde gereğinden fazla bir stres var. Başkan birazcık daha rahat olsa, biraz daha pozitif gözlükle baksa her şeyin çözülebileceğini düşünüyorum. Onun stresi taraftara da geçiyor. Taraftar lüzumsuz bir baskı altına giriyor. Örneğin "100. yılda Avrupa'da final oynayacağız" diye bir hedef kondu. Yapılamadı. Ne gerek var böyle iddialı hedefler koymaya?
* Gerginlik nasıl aşılır peki?
-Eskiden Aziz Üstel vardı, şimdi Adnan Polat ortalığı geriyor. Üstel'in açıklamalarından birini bana soran gazetecilere "Evet duydum galiba biraz alkollüydü" diye yanıt vermiştim. Küplere binen taraf o olmuştu. İşi cok ciddiye almamak lazım. Strese gerek yok. Aziz Yıldırım hem sağlığından hem de parasından veriyor. Yazık değil mi yani? İşi biraz hafife almak lazım.
* Bir gün FB'ye başkan olmayı düşünür müsünüz?
-Aklımda olmayan bir pozisyon için açıklama yapacağım, Aziz tekrar sinirlenecek, şampiyonluğu bırakıp benimle uğraşacak. Niye sinirlendireyim adamcağızı? (gülüyor) Şaka bir yana yok öyle bir şey.
* Peki aklınızda olan pozisyonu sorayım o zaman. Federasyon Başkanlığı için aday olacak mısınız? Kulüpler sizin isminiz üzerinde birleşmiş.
-Balçiçek, ben futbolu seviyorum. Çok güzel bir spor. (gülüyor)
* Anladım, cevaplamayacaksınız.
* Çok büyük meblağlardaki ihalelere imza atıyorsunuz. Eliniz hiç titremez mi? Riskten korkmaz mısınız? Ne bileyim, geceleri uykunuz kaçmaz mı?
-Hayatta kaçmaz. Kazanamazsam ödeyemem diye düşünürüm. Ne var yani ölüm yok ki sonunda. Yani Balçiçek, ben nereden geldim ki? Geldiğim yere döner tekrar başlarım. Hayatta hiçbir zaman kaybedeceklerimden korkmadım. Parası olan adam korkar, işi zordur. Benim param yok ki!
* Nasıl yok?
-Yok tabii. Şimdiye kadar ne yaptıysam hep şirketlerimi güçlendirmek için yaptım. Ne kendi üzerime bir araba ne de bir ev vardır. Hepsi şirketlerin üzerinedir. Bir yatım bile yoktur. Yabancılar kendine değil de şirketine değer kazandırmayı seçen işadamı ile iş yapar. Türkiye'de bazı şirketler maalesef "Lüks tutkunluğu" yüzünden büyüyemiyor.
Nasıl paranız yok mu peki?
-Var ama kendime yetecek kadar. Yaptığım işin hacmiyle öyle orantısız ki. Ama son günlerde benin de elim anlaşma imzalarken hafif hafif titremeye başladı. TAV'ın halka arzıyla birlikte düşünemediğimiz parayla karşılaştık. Parası olan adam o parayı kaybedeceğim diye çok korkar. Paran yoksa cesursun.
Paralı adamın eli titrer benim param yok ki!
* Çok büyük meblağlardaki ihalelere imza atıyorsunuz. Eliniz hiç titremez mi? Riskten korkmaz mısınız? Ne bileyim, geceleri uykunuz kaçmaz mı?
-Hayatta kaçmaz. Kazanamazsam ödeyemem diye düşünürüm. Ne var yani ölüm yok ki sonunda. Yani Balçiçek, ben nereden geldim ki? Geldiğim yere döner tekrar başlarım. Hayatta hiçbir zaman kaybedeceklerimden korkmadım. Parası olan adam korkar, işi zordur. Benim param yok ki!
* Nasıl yok?
-Yok tabii. Şimdiye kadar ne yaptıysam hep şirketlerimi güçlendirmek için yaptım. Ne kendi üzerime bir araba ne de bir ev vardır. Hepsi şirketlerin üzerinedir. Bir yatım bile yoktur. Yabancılar kendine değil de şirketine değer kazandırmayı seçen işadamı ile iş yapar. Türkiye'de bazı şirketler maalesef "Lüks tutkunluğu" yüzünden büyüyemiyor.
* Nakit paranız yok mu peki?
-Var ama kendime yetecek kadar. Yaptığım işin hacmiyle öyle orantısız ki. Ama son günlerde benin de elim anlaşma imzalarken hafif hafif titremeye başladı. TAV'ın halka arzıyla birlikte düşünemediğimiz parayla karşılaştık. Parası olan adam o parayı kaybedeceğim diye çok korkar. Paran yoksa cesursun.
4 çocuğumuz var utanmasak bir tane daha yapacağız
* Eşinize iş teklif ederken aynı zamanda evlilik teklifinde de bulunmuşsunuz. Doğru mu?
-Doğru. Şafak ile tanışana kadar kimseyle tekrar evlenebileceğimi düşünmüyordum. Nitekim 8 yıl evlenmedim. İki çocuğum vardı ya onlara anne ya da kendime eş bulacaktım.
* Şafak Hanım'a ilk görüşte âşık oldunuz anladığım kadarıyla.
-Öyle de denilebilir. İkisini birden yakaladım onda. Onun da bir çocuğu vardı. Etti üç. Ortak bir kızımız daha oldu şimdi 20 aylık. Utanmasak bir tane daha yapacağız. İkimiz de aileyi çok seviyoruz. Yeni doğan kızımızla birlikte evdeki bütün dengeler oturdu. Şafak çocuklarla ilgilenmek için daha az yorucu bir işe geçti. Bir vakıf kurdu, çok güzel şeyler yapıyor.
Sabah