Bu sözü terörle mücadele eden biri olarak yazıyorum: Barış çağrısı olumlu
PKK terörünün zirve yıllarında Şırnak Uludere’de, tehlikelerle dolu Irak sınırında Jandarma tim komutanı olarak görev yapmış, Öcalan yakalandığında Beyoğlu Ekipleri Amiri olarak her köşede patlayan veya imha edilen bombalarla bir bir başa çıkmış birisi olarak Öcalan’ın çağrısına nasıl bakıyorum?

Feramuz ERDİN
12 Eylül askeri darbesinde ortaokula giden bir öğrenciydim. İlkokul yıllarımda, semtim Anadoluhisarı’ndaki mahallemizde silahlı sağ -sol çatışmalarına, siyasi kavga ve cinayetlere, bombalamalara, polis karakolu baskınlarına, otobüs ve kahvehane taranması sonucunda ölen insanlara o yaşımda bizzat şahit olmuştum. Sokaklar bölünmüş, neredeyse tüm boş duvarlar karşılıklı mücadelenin sloganlarının yazıldığı yerler olmuştu. O minik yaşlarda ailelerimizle birlikte yaşadığımız tedirginlik ve gerginlik gerçekten dayanılmaz ölçüdeydi.
12 EYLÜL İLAÇ GİBİ GELMİŞTİ
Daha o yaşımızda bizden beklenen “taraf olma” konusunda rahmetli babamın da telkin ve gayretleriyle sadece eğitimine odaklanan “apolitik” birisi olmayı tercih etmiştim ama bugün olduğu gibi o dönemde de apolitik olmak belki de hepsinden daha riskliydi. Çünkü bölünmüş toplum, sürekli bir “taraftar” arayışındaydı.
Sonra 12 Eylül geldi ve herşey bir anda bıçak gibi kesildi. Kenan Evren başkanlığındaki darbe yönetimi tüm kara bulutları bir gecede dağıtmıştı. Öldüresiye düşman olan solcular ile ülkücüler bir anda cezaevlerine tıkılmış ve aynı kaderi paylaşmaya başlamıştı.
O EVLİLİK MAHALLEDE GÜNDEM OLMUŞTU
Toplumdaki tüm bu bölünmüşlüğe rağmen güzel şeyler de oluyordu. Aşk hiçbir zaman sınır tanımıyor, gönül ferman dinlemiyordu. Mahallemizin en güzel kızı sayılabilecek ve hızlı bir “solcu” olarak bilinen bir ablamız “ülkücü” bir avukat ile hayatını birleştirmişti. Evet, bugün MHP Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Fethi Yıldız, uzun yıllar sonra sonlandıracağı bir evlilik yaparak mahallemizin damadı olmuştu. Bir solcu ile bir sağcının örnek evliliği hem herkesi şaşırtmış hem de aile sohbetlerinde uzun yılllar sürecek bir gündem konusu olmuştu.
SAĞ – SOL BİTTİ BÖLÜCÜLÜK VE CEMAATLEŞME HIZ KAZANDI
12 Eylül’ün sağ – sol çatışmasını bitirmesi hepimizi mutlu etmişti. Diğer yandan da o dönemde zor bir sınav sonrasında girdiğim Polis Koleji’nde dönemin askeri yönetiminin tüm “Atatürkçülük” iddiasına rağmen çok hızlı bir cemaatleşme dikkat çekiyordu. Sonradan kendilerinin “Nurcu” olduğunu öğrendiğimiz bir gurup, Fethullah Gülen isimli bir imamın etrafında ışık hızında birleşiyordu. Bir yandan biz baskı altında olduklarını düşünürken, diğer yandan da onlar rahatlıkla sayılarını artırıyordu. Sayıları az olan bir gurup ise etnik bir takım konuları dile getirmeye başlamıştı. O yaşımızda, etrafımızda olan – biteni bu kadar net değerlendirerek bugünkü sonuçlarını ön görebilmemiz tabii ki mümkün değildi. Yalnız bildiğim bir şey varsa, o da ülkece son 40 yılda yaşadığımız herşeyin, Polis Akademisi’ndeki değerli hocamız Profesör Hasan Köni’nin ta o yıllarda derslerinde anlattığı Büyük Ortadoğu Projesi ile birebir örtüşmesiydi.
1984’TE PKK’NIN VAHŞİ YÜZÜ İLE TANIŞTIK
Askerlerin tüm hakimiyet ve baskılarına rağmen 1984 yılında bölücü – ayrılıkçı bir örgüt olarak ortaya çıkan PKK'lı teröristlerin 15 Ağustos 1984 akşamı Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Şemdinli ilçelerinde ağır silahlar ile gerçekleştirdiği saldırılarda bir asker şehit düştü, 9 asker ve 3 sivil yaralandı. Ne zaman ve nasıl örgütlendiği ve bu boyutta silahlandığı fark edilmeyen bu örgüt bir anda Türkiye’nin gündemine oturdu. Ondan sonra başlayan ve baskın şeklinde gerçekleştirilen ağır silahlı saldırılarda bugüne kadar çoğu güvenlik görevlisi olan ve aralarına sivillerin de bulunduğu 15 bin insanımızı şehit edildi. Terör on binlerce kişinin de çeşitli derecelerde yaralanmasına neden oldu. Bugün ülkenin hemen her mezarlığında yer alan Türk bayraklı mezarlar bu dönemde PKK tarafından şehit edilen vatandaşlarımıza aittir.
KAÇINILMAZ O KADER
Hayatımın baharında askerlik hizmetimi yapmak üzere “gönderildiğim” ve benzerlerine ancak filmlerde rastlanabilecek şartlarda tam bir yıl geçirdiğim Şırnak Uludere Irak sınırındaki tecrübe ve yaşanmışlıklarım bende büyük bir kırılma ve o oranda da gelişmeye yol açtı. Soğuğun iliklerine kadar işlediği bir ortamda kan ve barut kokusu ile harmanlanmış her an ölümle yüzyüze bulunma hali, aslında askerliğini o bölgede yapan siviller ile profesyonel kamu görevlilerinin daha sonra yaşamış oldukları “travma sonrası sendromu” belirtilerinin kaynağını belirlemek için yeterlidir.
Toplumda gözlemlenen genel umutsuzluk ve gerginlik halinin bir sebebi de buralarda yaşanan ve daha sonra da aile bireylerine de sirayet eden kişisel travmalardır. Yüzbinlerce şehit ve gazi yakını ile bir dönem için dahi olsa terörle mücadelede görev yapan milyonlarca insanın hissettikleri önemlidir. Türkiye olarak biz, küresel bir takım planların parçası olarak ortaya çıktığı aşikar olan bölücü – ayrılıçı terörle mücadele ederken, aynı zamanda komşu ülkelerimizde de bir çok gelişmeler yaşandı. Irak ve Suriye’de PKK’nın da varoluş amacı doğrultusunda “bölünmeler” yaşandı.
TERÖRÜ SONLANDIRMA ÇAĞRISI OLUMLU MU?
Kendi adıma, bana bunu yaşatanlara hakkımı helal etmem veya onları affetmem ve onlarla olan mücadelemi sona erdirmem asla mümkün değildir. Yaşadığım acılar bir ferdi olmakla gurur duyduğum aziz milletime helal, bunlara sebep olanlara ise iki cihanda da haram olsun.
Ancak, milletimiz için terör endişesinden arınmış bir şekilde güvenli bir ortamda yaşama şansını getirmesi; geçmişte yaşanan ve bugün hala yaşanmakta olan acıları göz ardı etmemesi, gerçek anlamda huzur ve barışı getirmesi kaydıyla tüm bu acıların sorumlusu Abdullah Öcalan’dan dahi gelmiş olsa bu çağrıyı olumlu buluyorum.
Diğer yandan da 40 yıl sonra gelen böyle bir fırsatın, bir takım kısa dönemli siyasi hesaplara kurban edilmemesi ve dar kapsamlı bir tabana mal edilmemesi gereklidir. Milletin yürekten onaylamadığı bir süreç sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
patronlardunyasi.com