TÜSİAD Başkan Danışmanı Dr. Haluk Tükel, son dönemde MÜSİAD Kurucu Başkanı Erol Yarar'ın “Türkiye'nin yeni ve asli burjuvazisi biziz” sözleriyle başlayan tartışmaya ilişkin görüşlerini Milliyet için yazdı
Milliyet gazetesinin 2 Ağustos 2009 tarihli nüshasında “Ece Temelkuran”ın yazısı ve ekinde “Bade Gürleyen”in derlediği “İslami Sermaye” hakkındaki çeşitli görüşler incelendiğinde, ülkemizde yapılan bu tarz sosyolojik değerlendirmelerde iktisadi boyutun nispeten arka planda kaldığı izlenimi doğmaktadır.
Cumhuriyet'in yaşatılması azmiyle siyasi yöneticilerimizin Osmanlı İmparatorluğu'ndan devralınan iktisadi bağımlılığı kırmak için “ulusal burjuvazi” yaratma politikasını tekrar ele aldıkları bir gerçektir. “Ulusal burjuvazi” yaratma politikasının temelleri, hem müslümanları sermayedar yapmak, hem de devletin yanında bir girişimci sınıf oluşturma amacıyla 1850'lerde atıldı. Tarihçi Kemal Karpat, 1880-1908 arasındaki Abdülhamit döneminde Müslüman girişimci sınıfın nasıl desteklenip geliştiğini anlatır.
Ticaret, icra-iflas, hukuk usulü, şirketler konusunda kanunlar bu dönemde çıktı. 1908'den itibaren İttihat ve Terakki resmen “Milli İktisat” politikasını benimsedi; Friedrich List'in “bebek/emekleyen sanayi” teorisinden yola çıkarak gümrük duvarları ve devlet desteğiyle şekillenen bir “Müslüman şirketler” ve “Müslüman bankalar” politikası oluşturuldu. Bunun teorisyeni Ziya Gökalp, uygulayıcısı Maliye Nazırı Cavit Bey, Ege'deki koordinatörü Celal Bayar'dı.
Ulus devlet ve sanayi toplumu
Cumhuriyet, Osmanlı'nın gerisinde kaldığı ulus devlet ve sanayi toplumu evrimine erişmeye çalıştı. Bu amaçla, Cumhuriyet'i kuranlar 'bebek/emekleyen sanayi' teorisinden esinlenen politikaları yeni 'ulus devlet' yapısına uyarladılar. Atatürk ve İnönü'nün söylemlerinde ve özellikle İzmir İktisat Kongresi'nde bu yaklaşım açıktır. Ancak bu politikaya paralel olarak İzmir İktisat Kongresi'nde Atatürk'ün, Lozan'daki diplomatik süreci dikkate alarak, yabancı sermayeye de çağrı çıkardığını unutmamak gerekir.
Dış konjonktürün etkisi altında, 1930'lu yılların krizi ve 2. Dünya Savaşı ortamında zorunlu olarak “devletçilik” politikasına verilen ağırlık, 1950-1970 döneminde özel sektör lehine azalmakla birlikte kapalı ekonomi tercihi ancak aksak işleyen bir piyasa düzeni ortaya çıkartabilmiştir.
1950-1970 kapalı ekonomi dönemi, yarattığı siyasi, ekonomik ve sosyal krizlerin de etkisiyle, 1973'te birinci petrol şokuyla kısmen, 1980'te ikinci petrol şokuyla fiilen sona ermiş ve 1986 yılında “Türk Parasını Koruma Kanunu”nun yürürlükten kalkması ve “Döviz Kuru Rejimi”nin serbestleşmesiyle son bulmuştur. Bu yeni dönemde, serbest ekonomi kurallarının benimsenmesiyle “girişim” (enterpreneurship) özgürlüğünün ülke sathına yayılması ve yankı bulması için objektif şartlar oluşmuştur. Basitçe ifade etmek gerekirse döviz kıtlığı ortamında, ihracat yapanın dövizi cebinde tutabilmesi keyfiyeti mümkün hale gelmiştir.
Kapalı sistem devam edemezdi
TÜSİAD'ın da kuruluşu ve gelişimi, bu iktisadi arka planla parallellik arzetmektedir. TÜSİAD'ın 1971 yılında kuruluşu, işlemeyen ve kriz üreten kapalı ekonomi sistemine iş dünyasının bir tepkisi mahiyetinde olmuştur. Hiç unutmayalım ki, 1969-1970 yılları, ABD'nin Vietnam savaş harcamalarının ulaştığı boyut nedeniyle resesyona girdiği ve 1971 yılı da Başkan Nixon'un doları altından koparmasıyla uluslararası para sisteminin (Bretton-Woods) çöktüğü yıldır.
Bu iktisadi gelişmeler, iş dünyasında, “kapalı ve kamu güdümlü ekonomik sistem” korunarak Türk ekonomisinin yola devam edemeyeceği ve devam edilmek istendiği takdirde ülkenin ciddi refah kaybına uğrayacağı yönünde bir değerlendirmeye neden olmuştur. TÜSİAD'ın kurucu başkanı Sayın Feyyaz Berker'in 23 Ağustos 1971 tarihinde merhum Abdi İpekçi ile Milliyet gazetesinde yaptığı söyleşi ve geçen yılın aralık ayında yayımlanmasını sağladığı “TÜSİAD'ın İlk 10 Yılı” (Doğan Kitap) isimli kurum tarihi, “Ortak Akıl” olarak tanımlanan bu bilincin açık ifadesidir.
İş dünyası çözüm üretiyor
Türk iş dünyası, 1950-1970 arası oluşan yapıyı ve dünya ekonomisindeki gelişmeleri gözönüne alarak, kendisine 1970-1985 döneminde takip edeceği yeni bir strateji çizmiştir. Bu strateji uluslararası rekabete açık “serbest piyasa ekonomisi” stratejisi olmuş ve 15 yıl süreyle TÜSİAD bu yaklaşımı kamuoyunda dillendirmiş, savunmuş ve gerekli bilimsel çalışmalarla da desteklemiştir. 1980-1984 döneminde, bu strateji, yapılması gereken reformların gecikmesi nedeniyle, yönetim kurulu başkanlığını yürüten merhum Ali Koçman döneminde hükümetle siyasi bir çatışmaya da dönüşmüştür.
Sonuç olarak, siyaset kurumunun da TÜSİAD'ın stratejisini biraz da iktisadi ve sosyal şartların baskısı altında benimsemesi, ülkemizde “girişimci” sınıfın genişlemesine ve derinleşmesine yol açmıştır.
Başta Anadolu'da yeşeren Sanayici ve İşadamı Dernekleri (SİAD) ve oluşturdukları Türk Girişim ve İşdünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) olmak üzere, diğer iş dünyası örgütlerinin gönüllü temelde serpilmesinin ve yayılmasının arkasında bu “TÜSİAD Stratejisi” bulunmaktadır. Nitekim, TÜSİAD'ın bu örgütler tarafından örnek alınması ve “duayen”lik atfedilmesi de bu gerçeği yansıtmaktadır. İş dünyasının güçlenmesi ve ülke sorunlarına eğilecek ve çözüm üretecek olgunluğa erişmesinin Türkiyemiz açısından çok olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmesi gerekir. Katılımcı ve çoğulcu demokrasinin gerekli şartı, örgütlü ve olaylara tepki verebilen bir sivil toplum yapısının oluşmasıdır. Bunun önkoşulu ise bağımsız yargı ve özgür basındır.
Ekonomik olarak dışa açılma
1985-2005 yıllarında, 1987'de AB'ye üyelik başvurusu sonrasında, önce zor bir adaylık kabülü sürecinden geçtikten sonra katılım müzakerelerinin başlamasıyla Türkiye'de yeni bir dönem açılmıştır. TÜSİAD, bu dönemde ekonomik uyum ve demokratik standartların AB düzeyine yükseltilmesi alanında da üstüne düşen bilimsel çalışmaları yapmış, bu çalışmaları kamuoyuna mal etmiş ve önce Brüksel sonra Washington, Berlin, Paris ve Pekin'de açtığı temsilciliklerle uluslararası temsil gücünü artırmıştır.
Elverişli uluslararası konjonktürün etkisiyle, 2002-2006 döneminde, ekonominin ortalama yüzde 7.5 büyümesi, ihracatın 100 milyar doları aşması ve 2.6 milyon istihdam yaratılmış olması, Türkiye'de mevcut orta gelirli kesimin refahının ve dolayısıyla tüketim ve konut talebinin artması sonucunu doğurmuştur. “Girişim” özgürlüğü yaygınlaşmış, iş dünyası örgütleri güçlenmiş ve ekonomik olarak dışa açılma, geleneksel siyasi ideolojileri zorlamaya başlamıştır. Tüm yelpazede yer alan siyasi parti programlarındaki çelişkiler de buradan kaynaklanmaktadır. Ekonominin hızla küreselleşmesine ve kuralların AB Komisyonu, Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası gibi örgütlerde konulmasına karşılık, siyaset, yerelliğini korumaya devam etmektedir.
Başarı, siyaset kurumunun, yerel nitelemelerden uzak kavram ve açılımları kullanarak, rekabetçi küresel ekonomik ortamda ülkeyi hakettiği ölçülerde konumlandırmasından geçmektedir. Evrensel boyuta sahip olmayan her değişim çabasının hızla başarısızlığa sürüklendiği bir ortamda, Türk siyasi hayatının da siyasi partiler yasası, seçim sistemi gibi temel eksikliklerini tamamlayarak, evrensel standartlara ulaşması, uluslararası entegrasyonumuzu hızlandıracak, refah düzeyimizi yükseltecek ve demokrasimizi geliştirecektir.
İdeolojilerin tutsağı olmamak
Uluslararası ekonomik entegrasyonun kazandığı ivme ve dünya jeopolitiğinin Çin ve Hindistan gibi yeni oyuncularla çok kutuplu bir yöne evrilmesi, Türk iş dünyasının, ideolojilerin tutsağı olmadan, ülkenin ekonomik ve sosyal refah düzeyi yüksek ve özgürlükçü demokratik toplumsal yapısını güçlendirmek için strateji üretmeye devam etmesini gerektirmektedir. Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerinin başlamış olması, G20 bünyesindeki yeri, bölgesindeki siyasi ve ekonomik gücü, ülkemize bu fırsatları fazlasıyla sunmaktadır. Temsil gücü ve kurumsal birikimi ile TÜSİAD, Türkiye'nin 21. yüzyılda rekabet gücü yüksek bir toplum olarak ilerlemesinde önemli görevler üstlenmeye devam edecektir.
Dr. Haluk Tükel kimdir?
1951 yılında İstanbul'da doğan Dr. Haluk R. Tükel, ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi'nde yaptıktan sonra yükseköğrenimini Fransa Caen Üniversitesi Ekonomi Fakültesi'nde tamamladı. Ardından Fransa'da, Nancy Üniversitesi-AB Ekonomik Araştırma Merkezi'nde yüksek lisans ve Caen Üniversitesi'nde ekonomi doktora öğrenimi gördü.
1978'de Merkez Bankası Araştırma Genel Müdürlüğü'ne araştırmacı olarak giren Tükel, 1986'da Araştırma Müdürlüğü'ne atandı. Bu görevi sırasında, IMF ve ABD Santa Barbara Üniversitesi'nde birer yıl süreyle finansal programlama ve ekonomik modelleme çalışmaları yürüttü. 1988'de Merkez Bankası Bilgi İşlem, İstatistik ve Ekonomiyi İzleme Genel Müdürlüğü'nün başına getirildi. Temmuz 1994'te TÜSİAD Genel Sekreteri olan Tükel, Ocak 2009'a kadar bu görevi sürdürdü. Halen TÜSİAD Başkan Danışmanlığı'nın yürütüyor.
Tartışma nasıl başladı?
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSİAD) kurucu Başkanı Erol Yarar'ın bundan bir süre önce MÜSİAD üyesi işadamlarını 'asli ve yeni burjuvazi' olarak nitelemesiyle başlayan 'yeni burjuvazi' tartışması, MÜSİAD'ın mevcut yönetiminin tepkisiyle yeniden alevlenmişti.
Yarar'ın, TÜSİAD'ın “devletten nemalanan, diğerlerinin kökü dışarda” burjuvazi olduğu, MÜSİAD'ınsa kökü içerde, asli burjuvazi olduğu şeklindeki görüşlerini Milliyet Ekonomi'ye değerlendiren MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan, kendilerinin 'asli burjuvazi' olarak nitelenmesini eleştirmişti. Vardan, “Tamamıyla gönüllülük esasına göre yapmakta olduğumuz bu çalışmaların başka bir tarafa çekilmesi, en azından yapılan bunca çalışmaya hakaret manasını taşır” dedi.
Yarar, aynı röportajda, TÜSİAD üyelerinin devletten nemalandığını da ileri sürmüştü. Vardan bu görüşü de şöyle değerlendirmişti:
“Kurumlarımız arasında, hitap ettiğimiz kesim, faaliyetlerin uygulanması ve görüşlerde farklılıklar olabilir. Bilhassa belirtmek isterim ki, TÜSİAD Başkanı Sayın Arzuhan Doğan Yalçındağ ile katıldığımız birçok toplantıda, ülkemizin yararına olduğunu düşündüğümüz birçok konuyu paylaştığımız gibi, bazı konularda farklı düşündüğümüz de bir vakadır ve bu gayet normal bir durumdur. Diğer bütün kuruluşların hem başkan hem de birçok yönetim kurulu üyeleriyle özellikle ekonomik krizin etkilerinin azaltılması yönünde yapılan birçok çalışmaya birlikte katılıp görüşlerimizi paylaştık.”
'Sürtüşme içinde değiliz'
Vardan, Yarar'ın, “TÜSİAD geçmiş, MÜSİAD gelecek demek” ifadeleriyle ilgili olarak da şunları söyledi: “Şahsen ve başında bulunduğum MÜSİAD adına, kurumlar arasında herhangi bir didişme, sürtüşme içinde değiliz. Bu nedenle olayı iki kurum arasına indirgemenin çok basit olduğunu düşünürüm.”
Yarar'ın açıklamalarıyla başlayan ve Milliyet'te yer alan haberlerle kamuoyunun gündemine giren yeni burjuvazi tartışması pek çok köşe yazarınca da işlendi. Son olarak Eyüp Can da Hürriyet'teki “Yol ayrımında iki MÜSİAD'cı” başlıklı yazısında bu konuya değindi.
Kim ne dedi?
EYÜP CAN / 12 Ağustos-Hürriyet
“Erol Yarar'ın Anadolu'yu temsil etmemekle suçladığı Koç Ankaralı, Sabancı Kayserili, Eczacıbaşı İzmirli, Doğan Kelkitli, Şahenk Niğdeli...
Bunlar mı “kökü bu topraklarda olmayan burjuvazi!”
Pardon ama Ahmet Çalık, Ethem Sancak, Cihan Kamer, Fettah Tamince nereli?
Ya da diğerleriyle taban tabana zıt hangi değerleri temsil ediyorlar?
Ayrıca Yarar'ın siyah-beyaz TV döneminden kalma parazitli dünyasında Ülker, Konukoğlu ve Boydaklara bir yer var mı?
Türkiye her anlamda ciddi bir “yol ayrımında”.
Kutuplaşmadan beslenen asalaklara söyleyecek sözüm yok!
İster TÜSİAD, ister MÜSİAD, ister CHP, ister MHP, isterse AK Parti...
Hangi görüşten olursak olalım, esas mücadele kendi içimizde.
Karşı pencereye taş atmak kolay.
Zor olan rekabet yerine ha bire kavga çıksın diye karşı pencereye taş atan içimizdeki asalaklarla mücadele.
MÜSİAD Başkanı Vardan, “TÜSİAD geçmiş, MÜSİAD gelecek” diyen kurucu başkanı Yarar'a “Asıl bu zihniyetinle sen geçmişsin” diyerek bayrak açtı. Şimdi sıra bizlerde...”
ECE TEMELKURAN / 26 Temmuz-Milliyet
“Aslına bakarsanız Yarar için üzüldüm. Her ne kadar babası TÜSİAD'ın kurucusu, kendisi de bir Robert Kolej mezunu olarak Türkiye'nin o çok kızdığı, devletten nemalanan elitinin bir parçası olsa da mescit devrimi karşısında duyduğu heyecan son derece acıklı.
Zira öncelikle Cem Karaca'nın çok güzel söylediği gibi artık siyasal İslamın sermayeyi ele geçirme mücadelesi, neredeyse bütün ekonomik ve siyasi kilit noktalar ellerinde olduğu için 'artık sihirsiz bir nefes gibi'.
Hırsları ve hınçları, nihayet benzemek istedikleri adamlara benzedikleri için tükendi. Üstelik marka mescide girmişse demek ki zatıalilerinin 'mescit fikriyatı' kapitalizmi değil, kapitalizm mescidi biçimlendirmiş demektir. Ama Yarar'ın endişelenmesi gereken asıl şey şu. Kimilerini niyeyse endişelendiren 'başörtüsü cipte, marka mescitte, sakal beş yıldızlı otelde' manzaralarını her gördüğümde aynı şeyi düşünüyorum:
“Bu iş sadece bir nesil alacak!”
Türkiye'deki sermayenin ve siyasetin İslamlaştırılması sürecinin sancıları bir nesil sürecek. Bir nesil sonranın 'İslami çocukları', şimdi fikriyatı ve devrimi mescitte arayan dedelerini çok köylü, çok ilkel, kafayı çok fazla 'dine takmış' bulacaklar.
New York'ta votka martinilerini içip iş anlaşmaları yaparken Amerikalı, Fransız eşleriyle Dubai'ye alışverişe ne zaman gitseler, bunu konuşacaklar. Bizim bugün Türkiye'de yaşadığımız sancılar ise onlar için sadece bir şaka olacak. Yani Yarar'ın gözlemi yerinde ve fakat vardığı sonuç doğru değil.
Mescitte devrim olacak ama bilirsiniz: Her devrim önce kendi çocuklarını öldürür. Bu devrim önce 'mescit fikriyatını' öldürecek.”
Eylem Türk/Milliyet