Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Anayasa tartışmalarında laiklik konusunun ön plana çıkmasının, bugün de görev başında olan bazı hükümet üyelerinin, parti mensuplarının ve yerel yöneticilerin, geçmiş dönemlerdeki eylem ve söylemlerinden kaynaklandığını kaydetti.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplandı. Yalçındağ, burada yaptığı konuşmada, Haziran başında yapılan Yüksek İstişare Konseyi'nden bu yana, dünyada ve Türkiye'de önemli gelişmeler yaşandığını, bunları geçtiğimiz günlerde kısmen değerlendirme fırsatı bulduklarını kaydetti.
Yalçındağ, ''Bazı değerlendirmelerimiz hükümet kanadında tepki çekti. Bu, TÜSİAD'ın alışkın olduğu bir tutumdur. Yine de, demokrasi kültürü açısından, sivil toplum örgütlerinden gelen uyarılara gösterilen bu geleneksel tepkinin, iktidar partisinde hala kendisine yer bulabilmesini doğrusu yadırgadık'' diye konuştu.
Dünya piyasalarındaki son dönemde yaşanan gelişmelere dikkati çeken Yalçındağ, ABD ve Türkiye merkez bankalarının yaptığı faiz indirimlerinin olumlu bir hava estirse de, krizin diğer piyasalara atlayarak genişlemesi gibi bir riskin orta vadede hala söz konusu olduğunu, bu gerçekleşirse küresel büyümede de ciddi olumsuz etkilenmeler gündeme gelebileceği uyarısında bulundu.
CARİ AÇIK VE DIŞ KAYNAK BAĞIMLILIĞI
Gerek kısa vadeli çalkantıdan, gerekse orta vadeli yapısal kaynak daralmasından, en fazla zarar görecek olanların, büyümesini yoğun dış kaynak ile finanse eden ekonomiler olacağına dikkati çeken Yalçındağ, son yıllarda çok önemli yapısal iyileşmeler yaşamış ve önceki yıllara göre güçlenmiş olmasına rağmen, Türkiye ekonomisinin yüksek cari açık sebebiyle, dış kaynak bağımlılığının devam ettiğini, bu durumun olası küresel mali daralmalara karşı kırılganlık yarattığını dile getirdi.
Yalçındağ, küresel likidite daralmasının, yakın dönem için bir tehdit haline geldiği düşünülürse, Türkiye'nin katma değer üretiminde, gerekli yapısal dönüşümü sağlamak için hızlı hareket etmesinin zorunlu olduğunu belirterek, üstelik Türkiye'nin, cari açığı kontrol altına almasını sağlayacak bu dönüşümü, yıllık yüzde 7 büyüme hedefinden taviz vermeden başarmak mecburiyetinde olduğunu aktardı. Hem büyümeyi başarmanın hem istihdamı artırmanın hem de cari açığı kontrol altına almanın tek yolunun, ülkedeki ekonomik birimlerin verimliliğini ve rekabet gücünü artırmak ve bu özelliklere sahip yeni yatırımların gerçekleşmesini sağlamak olduğunu dile getiren Yalçındağ, bunu başarabilmek için Türk ekonomisinin, nitelikli iş gücüne, iç tasarrufların artırılmasına, teknoloji ve Ar-Ge'ye ve iyi işleyen kamusal kurumlara ihtiyacı olduğunu, hükümetten beklenenin, bu dört unsuru kapsayan bir vizyonla, bunlara ilişkin eşgüdümlü reformlardan oluşan bir yol haritasını ortaya koyması olduğunu bildirdi.
ACİL EYLEM PLANI
''Hükümetin bir acil eylem programı hazırlığı içinde olduğunu biliyoruz'' diyen Yalçındağ, bu programın, sözünü ettiği temel vizyon çerçevesinde hazırlanması gerektiğini, ayrıca, bu çerçevede, program hazırlanırken, ekonomiden sorumlu devlet bakanının önderliğinde, özel sektörle işbirliği arayışı içine girilmesinin de son derece yararlı olacağı düşüncesinde olduğunu ifade etti. Kurumsal yapılara, teknoloji, finansman ve insan kaynağına yönelik politikaların önümüzdeki dönemde ihtiyaç duyulan dönüşümün parçalarını oluşturacağını anlatan Yalçındağ, küresel ekonomiden gelen sinyallerin de bunu söylediğini, toplum olarak, refah ve çağdaşlaşma yolunda ivme kazandıracak bir vizyonun tanımlanmasına ve şeffaf, tutarlı, kararlı politikalarla hayata geçirilmesine ihtiyaç duyulan bir dönüm noktasında olunduğunu kaydetti.
Yalçındağ, yeni hükümetten beklediklerinin, bu vizyona odaklanması ve tüm toplumun sahipleneceği bir ekonomik dönüşüm projesini bir an önce oluşturması olduğunu belirterek, bunu gerçekleştirebilmek için, dingin bir siyasal ortamda, salim kafayla çalışmaya ihtiyaç olduğunu vurguladı.
ANAYASA
''Şimdilik, seçimlerden hemen sonra başlayan anayasa tartışmalarının, toplumsal enerjinin önemli bir bölümünü emecek gibi gözüktüğünü'' ifade eden Yalçındağ, konunun geri dönülmez biçimde gündeme girmiş durumda olduğunu söyledi. Bu değişimden, Türkiye için nasıl bir atılım fırsatı yaratabileceği, anayasanın nasıl çağdaş bir toplum inşa etmenin zemini haline getirebileceğine bakılması gerektiğini aktaran Yalçındağ, eğer, bireysel özgürlükleri geliştiren, demokratik siyasal işleyişin önündeki engelleri kaldıran, laiklik prensibini zedelemeyen, toplumu çağdaşlaştıran, gerçek anlamda toplumsal sözleşme niteliği taşıyan bir Anayasa oluşturulabilirse, bu atılım fırsatının yakalanabileceğini belirtti.
Bunu yaparken, birey ile devlet arasında doğru dengeler kurarak, devletin kurumları arasındaki dengeyi ve karşılıklı denetim mekanizmalarını gerektiği gibi oluşturarak, bu atılımın uzun soluklu bir toplumsal değişim sürecine dönüştürülebileceğine dikkat çeken Yalçındağ, burada anayasayı kimin yapacağı sorusunun ortaya çıktığını aktardı. Yeni bir toplumsal sözleşme yapılacaksa, buna uygun bir yöntemin seçilmesinin asli önemde olduğuna işaret eden Yalçındağ, çok sayıda anayasa profesörünün, meselenin bu yanına dikkati çekerek uyarıda bulunduğunu söyledi.
Arzuhan Doğan Yalçındağ, şunları kaydetti: ''Ne diyor akademisyenler? Bu Anayasa ile ilgili olarak, 'Yeni Anayasa' tanımını kullanılıyor. Bu tanım ancak, mevcut anayasanın temel ilkelerini değiştirmek söz konusu olduğu zaman doğrudur. Böyle çok kökten bir değişiklik arayışı ile yola çıkılmışsa, o zaman da, anayasa hukukunun ortaya koyduğu biçimde, tüm kesimlerin katıldığı özel bir kurul oluşturarak taslak metni hazırlanmalıdır. Yine akademisyenlerin görüşüne göre, eğer sadece anayasa değişikliği yapıyorsanız o zaman da anayasanın kurucu felsefesine, özellikle laiklik anlayışına dokunamaz, değişmez maddelerini değiştiremez, anayasanın nasıl değiştirileceğine ilişkin kendinize özgü yöntemler öneremezsiniz. Yapacağınız, mevcut anayasanın kurucu ilkeleri ve temel çizgileri içinde kısmi değişikliklerdir. Biz de ortada böyle bir tartışma varken, yöntem meselesini 'tali' bir mesele olarak görmenin yerinde olmadığını düşünüyoruz.
Bunun dışında, kuşkusuz içerik hakkında da söyleyecek çok sözümüz var. Bildiğiniz gibi bu konuda sivil toplum örgütleri içinde en geniş birikime sahip kuruluş TÜSİAD'dır. Biz bu konuyla 15 seneyi aşkın bir süredir ilgileniyoruz. Ancak, ortada resmi bir taslak olmadığı için, bugün madde bazında görüş beyan etmiyoruz. Yalnızca burada bir tek tehlikenin altını kuvvetle çizme ihtiyacı hissediyoruz. Anayasa tartışmalarında laiklik konusunun ön plana çıkması, bugün de görev başında olan bazı hükümet üyelerinin, parti mensuplarının ve yerel yöneticilerin, geçmiş dönemlerdeki eylem ve söylemlerinden kaynaklanmaktadır. Hükümet, toplumun bu konudaki endişelerini gidermede yeterince somut ve ikna edici olamazsa, Anayasa tartışmaları kaçınılmaz olarak tek bir noktaya kilitlenecek ve 21. yüzyıla yakışan, özgür, demokratik, çağdaş, atılımcı bir anayasanın diğer unsurlarının tartışılması imkânsız hale gelecektir. Anayasa çalışmasında öne çıkarılması gereken en önemli prensip, birleştirici, bütünleştirici olmaktır. 'Türkiye'de siyasal güçler rejim mücadelesine devam ediyor?' izleniminin sürmesine yol açacak bir anayasanın ülkeye yarar değil zarar getireceğine inanıyoruz.''
AB- Türkiye'nin AB sürecinde genel havanın son derece berrak olduğunu, AB ile ilişkilerde orta vadede zamanın Türkiye lehine işlediğini, İngiltere, İsveç, Polonya, İtalya, İspanya, Portekiz gibi birçok AB ülkesinin bu sürece açık destek verdiğini aktaran Yalçındağ, kısa vadede yapılması gerekenin, ''hemen yarın TCK'nın 301. maddesini değiştirmek ve demokratik reformları hızlandırmak'' olması gerektiğini belirtti.
Yalçındağ, sözlerini şöyle tamamladı: ''Değerli üyeler, önümüzdeki tablo fırsatları ve riskleri bir arada barındırmaktadır. Riskleri en aza indirmek, fırsatlardan azami ölçüde yararlanmak bizim elimizdedir. Yeter ki, mevcut tartışmaların içinden sağlıklı, dengeli, uzlaşmaya dayalı sonuçlar üreterek çıkalım. Türkiye'yi daha güçlü bir ekonomi, demokrasi ve toplumsal yapıya kavuşturma yolunda hızla ilerleyelim.
Başta insan sermayemiz ve teknolojimiz olmak üzere, tüm kaynaklarımızı geliştirerek, küresel rekabette başarılı bir bilgi toplumu olarak yükselelim. Dünya ülkeleri yerinde durmuyor. Toplumunu yapısal reformlarla, eğitim reformlarıyla geleceğe hazırlıyor. Siyaset sahnesinde yenilenme peşinde koşuyor. Böyle bir ortamda, biz de kutuplaşma tuzağına düşmeden, ülkeyi her bakımdan güçlendirecek ve toplumun kendisini yenilemesini sağlayacak bir siyasal-toplumsal yapının kurulması için çalışmak, bu ideallere hizmet etmeyen her türlü anlayıştan da uzak durmak zorundayız.''