Sağlık


Toygun ATİLLA 

Bugün özel hastanelerde yeni bir hekim tipi doğdu. İçerik üretmek zorunda bırakılan, takipçi sayısıyla değerlendirilen, PR ajanslarıyla sözleşme yapan, 30 saniyelik videoların içinde “tıbbi otorite” iddiası taşıyan bir hekim profili…

Bilimsel makale mi?

Akademik üretim mi?

Sistem şöyle fısıldıyor: “Bilim sana prestij verir… Instagram sana hasta getirir.”

Artık bazı hekimler için, ring light, filtre, reels, reklam cümleleri, algoritmalar tıp etiğinden daha görünür hâle geldi. 

En acı olanı ise  sağlık ticari bir ürüne, insan ise müşteriye dönüştürüldü.

Kader beni son aylarda Cerrahpaşa’ya götürdü.

Kırık kapı koluna, rüzgârın salladığı konteynere, yağmurun damladığı tavana, oturacak sandalye bulunmayan polikliniklere…

Orada ise bir mucizeye tanıklık ettim. Size o tanıklığımı anlatmak istiyorum. Bir kere bilin ki Türk hekimliği hâlâ yaşıyor. Hem de en saf, en gerçek, en hakiki hâliyle. Herhangi biri olarak gittiğim hastanede, “herhangi birine” bile koşulsuz aynı özveriyle yaklaşan hekimlerle tanıştım. 

Cerrahpaşa’da tanıştığım hocaların Instagram hesabı yoktu, filtreli videoları yoktu reklam kaygıları yoktu. 

Çünkü onlar, sabahın ilk ışığıyla hasta kuyruğuna koşar, ameliyata girer, Öğle arasında öğrencilerine ders anlatırlar, akşam üzeri poliklinik kapanınca hâlâ araştırma yapar, protokolsüz,  gösterişsiz, sessiz bir mücadele verirlerdi. 

Onların bir tek derdi, insanlara fayda sağlamak ve ülkeye iyi doktorlar yetiştirmekti. 

Cerrahpaşa’da beni muayene eden 62 yaşındaki bir profesör, öğrencilerine İsveç’e tıp eğitimi için giden doktor adayları için söylediklerini duydum: “Gitsinler, öğrensinler… Ama dönsünler bu ülkeye. Kendi insanımıza hizmet etsinler.”

Bu ülke için duyulan kaygıyı, sevgiyi, sorumluluğu hiçbir ring light bu kadar parlak gösteremez.

Başka bir doktor, özel hastanelerdeki tahlil sömürüsünü anlatıyordu başka bir koridorda “Sapasağlam hastadan selenyum testi isteyen doktor var bu ülkede.”

İşte bu iki cümle, Türkiye’de tıbbın iki yüzünü tek darbede anlatıyordu.

Bugün sosyal medya videoları arasında kaybolan hekimlik algısının aksine, Cerrahpaşa’da Hipokrat Yemini hala canlı bir metin gibi dolaşıyor.

O yeminden bir cümle var ki bütün meseleyi özetliyor: “Hangi evin eşiğinden girersem, hastaların yararı için gireceğim.”

Şimdi soruyorum: Bugünün doktoru hangi kapıdan içeri giriyor?

Ring light’ın önündeki stüdyo kapısından mı? Yoksa Cerrahpaşa’nın rüzgarla sallanan konteyner kapısından mı?

Biri ışıltı üretir. Diğeri umut.

Türkiye’nin sağlık sistemini iyileştirmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır verdiği çabayı biliyoruz.

Şehir hastaneleri, dev yatırımlar, modern tesisler…

Ama bütün kalbimle söylüyorum:

Keşke bir gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tebdili kıyafet Cerrahpaşa’nın koridorlarında görsem.

Protokolsüz, habersiz, kamerasız, gösterişsiz. O konteynerlerin içine adım atsa…

Orada; yağmurun içeri damladığını, profesörün iki plastik sandalye arasında ders anlattığını, asistanın koridorda ayakta rapor yazdığını, yüzlerce hastanın izdiham içinde beklediğini, Türk hekimliğinin bütün onuruyla sisteme rağmen ayakta durduğunu kendi gözleriyle görse.

İşte o zaman eminim ki o ziyaret, bu ülkenin tıp tarihini değiştirecek güce sahip olurdu.

Cerrahpaşa’yı gördükten sonra diyorum ki, Türk tıbbı sadece Türkiye’nin değil, dünyanın gururu olacak. Çünkü bu ülkenin en büyük umudu hâlâ Cerrahpaşa’nın mütevazı odalarında yaşıyor. Ring light’ın ışıltısı geçicidir. Hipokrat’ın ışığı kalıcıdır.

Ben o ışığı Cerrahpaşa’da gördüm.

O ışığın ise hiç sönmeyeceğine inanıyorum.

Bu arada bu süreç içinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde tanıma fırsatı bulduğum;

Prof. Dr. Nurten Uzun Adatepe  (Nöroloji Anabilim Dalı)

Prof. Dr. Pınar Kadıoğlu
İç Hastalıkları - (Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim dalı) 

Prof. Dr. Ayşe Çiğdem Tütüncü
(Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı)

Prof. Dr. Pınar Kendigelen
(Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı)

Prof. Dr. Serdal Uğurlu (İç hastalıkları- Romatoloji Bilim Dalı) ve Doç. Dr. Mustafa Hepokur’a (Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı) hem kendi adıma, hem şifa bulmak adına gelen hastalar adına hem de eğitim verdikleri tıp öğrencileri adına teşekkür ediyorum. 

Bana, Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Beni Türk hekimlerine emanet edin” sözünü anımsattıkları ve yaşattıkları için…

patronlardunyasi.com