Gündem


Toygun ATİLLA 

AMERİKAN TÜRK CEMİYETİ'NİN TÜRK BALOSUNUN ŞİFRELERİ

Klavyenin başına oturduğumda içimden ikinci bir Toygun çıkıyor. Kelimeler beynimde dans ediyor, sorular birbirine eklemleniyor. Bir cümlenin altındaki ironiyi, bir fotoğrafın içindeki mesajı, bir gala gecesindeki elbisenin arkasındaki kültürü okumaya başlıyorum.

Dünden beri de aklımda Ertuğrul Özkök'ün New York'ta Amerikan Türk Cemiyeti'nin Türk balosu ile ilgili yazısındaki detaylar var. 

Vanity Fair pozu ve THY'nin 50 bin dolarlık masası... 

GECENİN VANITY FAIR POZU 

Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz, Vahap Munyar, Şelale Kadak'ın Suzan Sabancı ile birlikte çektirdikleri Vanity Fair pozundan başlayalım...

Ertuğrul Özkök o fotoğraf karesinin hikayesini şu sözlerle anlatıyordu:

"Üç yıldır bu galalara katılan gazeteci arkadaşlarımızla, davet sahibi Suzan Sabancı'yı da aramıza alarak geleneksel hale gelmiş bir şeyi yapıyoruz. Bir tür Vanity Fair dergisi pozu. Anne Lebowski'nin çektiği kadar güzel olmasa da çakma bir pozu yaratmaya çalışıyoruz. Tabii bizim gazeteci kadromuz, Cumhurbaşkanı'nın A330 uçağındaki kadrodan farklı. Bu yıl da T24 ve Oksijen yazarı Mehmet Yılmaz, Ekonomim gazetesi yazarı ve yöneticisi Vahap Munyar bağımsız sosyal medya gazetecisi Şelale Kadak ve T24, 10 Haber, Ekonomim, Patronlar Dünyası, Bizim TV ve Nr1 FM yorumcusu olarak ben katıldım" 

A330 UÇAĞINA GÖNDERME

Bu satırları okuduğumda Ertuğrul Özkök, yine yapmış yapacağını dedim. Sembolik ve sosyolojik açıdan Türkiye'nin medya dönüşümünü bir fotoğraf karesi üzerinden anlatmış diğer yandan da A330 uçağındaki fotoğraf karesine gönderme yapmıştı. 

"Çakma Vanity Fair" pozu derken ironik biçimde gücün medyadaki yeni sahiplerini de tarif etmişti. 

Özkök'ün cümlelerini okurken bir tarafta "uçak pozu" diğer tarafta Cipriani'deki fotoğraf karesi gözlerimin önüne geliyordu. 

Aslında her ikisi de Vanity Fair pozuydu. 

CUMHURBAŞKANI UÇAĞINDA ŞEKİLLENEN SİYASETİN GÜÇ KADRAJI 

Cumhurbaşkanı uçağındaki poz siyasetin güç kadrajını, Cipriani'deki poz ise yeni medyanın görünürlük hikayesini çiziyor, iş dünyasının siyaset dışı önceliğini de belirliyordu. 

Birinde belirleyici iktidar, diğerinde ise patronlardı. Her ikisi de, "Hikayeyi kimin anlatacağına kendileri karar veriyordu" 

TÜRKİYE'DE GAZETECİLİĞİN DÖNÜŞÜM KARESİ 

T24, Oksijen, Ekonomim, Patronlar Dünyası, Bizim TV, bu markalar eski gazetelerin eklentisi değil, yeni medya ekosisteminin merkezleri konumundaydı. Yani o fotoğraf sadece bir gala hatırası değil, Türkiye'de gazeteciliğin dönüşüm karesini de anlatıyordu. 

HOLLYWOOD İKTİDARININ KOMPOZİSYONU

Vanity Fair pozu Hollywood'un güç haritasını gösteren bir ritüeldir. Işığın nereden geldiği, kimin oturduğu, kimin ayakta durduğu, her biri dönemin sosyal hiyerarşisidir aynı zamanda... Yani bu poz, sadece estetik bir kare değil, Hollywood iktidarının da bir kompozisyonudur. 

KİM ERİŞEBİLİR, KİM AKTARABİLİR? 

Tıpkı, A330 uçağında olduğu gibi. Cumhurbaşkanı uçağındaki bu kare, bir seyahat hatırası değildir, "kim erişebilir, kim konuşabilir, kim aktarabilir" sorularının yanıt bulduğu bir kadrajdır. 

Vanity Fair pozundaki gibi, kim oradaysa o anın hikayesini yazma gücüne o sahiptir. 

Siyasetin de iş dünyasının da o fotoğraf karelerindeki aktörleri farklı. Kimlerin gittikleri yerlerde bir hikâye yazdıkları kimlerin ise hikâyenin bir figüranı oldukları ise çok net. 

THY'NİN 50 BİN DOLARLIK MASASI 

Şimdi gelelim diğer takıldığım noktaya. 

O gece, bu eksikliğin en net fotoğrafı, salonun en parlak yerinde duran masaydı:

Neden mi bahsediyorum; Türk Hava Yolları’nın 50 bin dolarlık masasından...

THY'NİN YAZILMAYAN HİKAYESİ 

Cipriani’deki en pahalı, en prestijli masa oydu. Ama o masada Türkiye’yi anlatacak kimse yoktu. Ne bir temsil ne bir cümle ne bir hikâye...

THY oradaydı ama “yok gibiydi.” Sahnenin en sessiz, en pahalı köşesiydi. Ertuğrul Özkök'ün yazısında tek cümle geçmeseydi haberimiz dahi olmayacaktı. 

Oysa marka iletişiminin ilk kuralı şudur: “Bir masayı para değil, hikâye satın alır.” THY parayı koymuştu ama hikâyeyi koymamıştı. O yüzden o masa, ışığın altındaydı ama hafızanın dışında kalmıştı. 

Bir ülkenin bayrağını gökyüzünde 300 noktaya taşıyan bir marka, o gece kendi hikayesini bir salonun içinde anlatamadı. Bu sadece iletişim eksikliği değil bence bir kültürel refleks eksikliği. Bizim patronlarımız, tasarımcılarımız, markalarımız var. Ama hala kendi hikayemizi anlatacak sahneye çıkmadık. 

Zuhair Murad kumaşla, Vanity Fair fotoğrafla anlatıyor. Biz ise hala kendimizi fısıltıyla anlatıyoruz. Bir ülkenin ekonomisi bilanço rakamlarında, kültürel gücü ise pozlarında gizlidir.

patronlardunyasi.com