Feramuz Erdin
Bugün en küçük Anadolu şehrine gitseniz dahi, bir şehrin sahip olması gereken temel özellikleri ve toplumsal örüntüyü orada bulmanız mümkündür. Oysaki İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Antalya gibi büyük şehirler insanı yoran ve bir aidiyet kurmasına engel olan bir atmosfere sahiptir.
“İSTANBUL, BENİM SEVGİLİ YARİM”
Şarkının sözlerinin aksine İstanbul’a göç edenler burayla bir gönül bağı kuramadıkları içindir ki, hemen her bayram veya tatil gününde şehri terketme trafiği adeta düğüm haline gelir. Kendini bu şehre ait hissetmeyen bir kaç kuşak ilk fırsatta bir “nefes” almak üzere Anadolu’nun yollarına hücum ederler. Dedeler ve nineler haydi neyse de torunlar dahi bu adeta “kutsal” yolculuğa çıkmak için neredeyse gün sayarlar! Turizm mekanlarına yaşanan toplu akımın da nedeni yine bu köksüzlüktür. Yaşadığı yere bir türlü ait hissedememe ve orada kendini mutlu edecek bir yaşam kuramama; istediğini bulamama sorunu...
HEMŞEHRİCİLİK ESASLI ŞEHİRCİLİK
Normalde, şehrin göç edeni içine alması beklenir. Göç edenler o şehrin tarihine, kültürüne ve düzenine adapte olurlar. Oysaki Türkiye’de son 40 yılda yaşanan büyükşehire akın gerçeği, bu şehirlerin karakterini kaybetmesine neden olmuştur. Bölge bölge yerleşilen yeni yerler artık büyükşehir olmaktan çıkmış ve bir Anadolu kasabasının kötü bir kopyası haline gelmiştir. Şehirlilik kimliği kazanması gereken milyonlar, neredeyse kendi örf ve adetlerini birebir büyükşehire taşımışlardır. Birlikte hareket etme ve dolayısıyla oy potansiyeli yüksek olan bu toplulukların mevcut hali, yerel ve merkezi siyasetçiler açısıdan da çok tercih edilebilir bir durum olmuştur.
Toygun Atilla’nın yazısındaki tesbitleri ile paralel olarak, aynı ilçenin insanlarının bir kısmının, yaşadıkları büyükşehirde de yine aynı siyasi partiye oy vermeleri büyük bir olasılıktır.
BÜYÜKŞEHİRDE KAYBOLMA KORKUSU ŞEHİRLİ OLMANIN ÖNÜNDE ENGEL
İşte bu yüzden hemen her mahallede onlarca hemşehri derneği ve bunlara ait lokaller mevcuttur. Göçün muhtemelen bilinçaltına işlediği tanıdık ve güvenilir bir ortam yaratma duygusu, bugün sayıları binleri bulan hemşehri dernekleri ve federasyonlarının motivasyon kaynağıdır. Belki de bir travma sonucunda ortaya çıkan bu olgu, maalesef insanımızın yaşadığı şehirle arasında bir bağ kurmasının önünde engeldir. Bir gün memlekete dönme hayali kurarak Almanya’ya göç eden ilk kuşak ile Türkiye içindeki bir büyükşehire göç eden kuşaklar arasındaki duygudaşlık şaşırtıcıdır. Zaten biriyle ilk tanıştığınızda mutlaka sorulan “Nerelisin?” sorusunun nedeni de aslında muhtemelen kendine bir yoldaş, yandaş bulma duygusunun ifadesidir.
AİT HİSSETMEYEN SAHİPLENEMEZ
Bir şeyi sahiplenmek için onunla bir aidiyet kurmak gerekir. Şehirle aidiyet kurması teşvik edilmeyen, bilakis siyasi amaçlarla köklerine dönük yaşaması desteklenen milyonların o şehre sahip çıkması beklenemez. Zaten bugün yaşanan sorunların esas temelinde de bu gerçek yatmaktadır. Karakterinden bağımsız olarak; yaşadığı şehri benimsemeyen bir insanın o şehrin güzelliği, gelişimi, temizliği ve ilerlemesi için bırakın fedakarlık yapmasını, üzerine düşen görevleri dahi yerine getirmesini beklemek boştur. Bu düşünceye göre, kendini geçici gördüğü bu şehrin çöpü, kirlenmesi, trafiği, asayişi ve diğer sorunları onun değil, başkalarının sorunudur. Onun için sadece alabildiği kadarını almak yeterlidir. Bırakın yaşadığı şehrin imkanlarından gereği gibi faydalanmayı, kuşaklar boyunca o şehirde var olmak için mücadele etmiş ve yorulmuş insanların daha farklı davranmasını beklememek gerekir. Burada kolaycılığa kaçıp, insanların eğitim veya karakterine laf etmek yanlış bir yöntemdir. Asıl sorun, gelen insanları kendi potası içinde eritemeyen şehirlerde veya daha da spesifik olmak gerekirse, merkezi ve yerel yönetimlerin şehircilik anlayışındadır.
İLGİLİ HABER
patronlardunyasi.com