Kaan İNCİLİ
Bir Orta Avrupa şehri gibi görünse de aslında Krakow, tam anlamıyla bir hafıza şehridir. Yüzlerce yıllık taş sokakları, Nazi işgalini, Yahudi gettosunu, işgal altındaki direnişi, yeraltı matbaalarını, çöküşü, yükselişi ve sonunda yeniden doğuşu anlatır.
#video_9708308#
Ama Krakow sadece tarih değil. Aynı zamanda bir sanat şehri, bir üniversite şehri, bir müzik şehri, bir gece şehri, bir sabah şehri…
Duygularla şekillenmiş bir şehir.
Krakow’a ilk adım attığınızda sizi karşılayan meydan Rynek Główny, Avrupa’nın en büyük tarihi meydanıdır. Bu kadar büyük olmasına rağmen, şaşırtıcı bir şekilde asla yabancı hissettirmez. Ortasında yükselen Cloth Hall (Sukiennice), iki yanında göğe uzanan Gotik kuleleriyle St. Mary Bazilikası ve meydanı çevreleyen pastel renkli binalar... Hepsi sanki sizi uzun zamandır bekliyormuş gibi bir sıcaklıkla karşılar.
St. Mary’nin çan kulesinden her saat başı çalınan Hejnał Mariacki, yani trompet melodisi, tarihle iç içe geçen bir anıdır aslında. Çünkü bu ezgi, 13. yüzyılda Tatar saldırısını haber vermeye çalışan bir muhafızın, tam da ezgiyi çalarken boğazından vurularak ölmesini simgeler. Melodi bu yüzden hep yarım kalır.
Ve işte Krakow da tam olarak böyledir: güzel, hüzünlü, tamamlanmamış bir şarkı gibi.
Şehrin tarihî dokusu sadece meydanla sınırlı değildir. Wawel Tepesi’ne doğru yürümeye başladığınızda yol sizi, Polonya krallarının ebedi istirahatgahı olan Wawel Kalesi ve Katedraline götürür. Bir yanda Vistül Nehri kıyısına uzanan yemyeşil manzara, diğer yanda Polonya’nın kaderine yön vermiş liderlerin sessizliğe gömülü mezar taşları… Burada yürürken zaman yavaşlamaz; adeta durmuş gibidir.
Ve Wawel’in eteklerinde, Krakow’un kalbinde hâlâ yaşayan bir efsane vardır: Smok Wawelski, yani Wawel Ejderhası.Efsaneye göre bir zamanlar bu toprakları yutan, halkı korkutan bir ejderha varmış. Onu ancak aklıyla hareket eden bir çoban kandırıp yenmiş. Ve işte Krakow halkı o gün bugündür, cesaretin sessizliğine inanır. Bu yüzden burada insanlar bağırarak değil, duruşlarıyla konuşur.
Eğer bu şehirde geçmişin en karanlık noktasına dokunmak isterseniz, eski Yahudi Mahallesi olan Kazimierz’e gitmeniz gerekir. Bir zamanlar Yahudi kültürünün kalbi olan bu semt, bugün hem anma hem de yeniden doğuş alanıdır. Duvarlarda hâlâ İbranice tabelalar, sokak aralarında sinagoglar ve sessiz mezar taşları…
Ve bir de bir Yahudi müzisyenin kemanından dökülen notalar...
Kazimierz sokaklarında yürürken tarih sanki bir gölge gibi sizinle beraber yürür.
Ve sonra... Schindler’in Fabrikası.
Tarih kitaplarında okuduklarınızın bir binada, bir ses kaydında, bir valiz kalıntısında, bir çocuk oyuncağında karşınıza çıkması.
Krakow bazen böyle bir duygudur işte: gözyaşına dönüşmeden boğazda düğümlenen bir gerçeklik.
Ama merak etmeyin, Krakow sadece geçmişin ağır izlerinden ibaret değil. Aynı zamanda geleceğe umutla bakan bir gençlik şehridir.
Jagiellonian Üniversitesi Avrupa’nın en eski üniversitelerindendir. Newton’dan önce gökyüzüne bakan Kopernik’in yolu da buradan geçmiştir.
Bugün kampüs sokaklarında yürüyen her genç, Krakow’un geleceğe olan güvenidir.
Sokaklarda caz müzisyenleri, gece açık kalan kitapçılar, butik kafeler, tasarım dükkanları… Her biri yeni bir yaşam formunun ayak sesidir.
Ve tabii ki Polonya mutfağı…
Krakow’a gelip de pierogi yememek, barszcz çorbası içmemek olmaz. Patates dolgulu, peynirli ya da etli pierogiler, Krakow’un sade ama doyurucu ruhunun aynası gibidir.
Bir de şehrin meşhur obwarzanek simitleri… Sabahın erken saatlerinde tren istasyonunda ya da sokak köşelerinde dumanı tüten tezgahlardan alınır, yürürken yenir.
Yanında sıcak bir kahve ya da soğuk bir kompot... Ne içtiğiniz değil, nerede içtiğiniz önemlidir burada.
Akşam olduğunda, meydanın lambaları yandığında, St. Mary’nin kulesinden son kez günün trompeti yükseldiğinde, Krakow yavaşça kapanır.
Ama şehir uyumaz. O sadece saygı duyar.
Ya geçmişine, ya ziyaretçisine, ya da bir daha açılmak üzere kilitlenmiş bir eski anıya.
Ayrılırken, tren penceresinden son bir kez şehre bakarsınız. Ne eksik kaldığını bilemezsiniz, ama bir şey eksik kalmıştır.
Ve bu şehirle vedalaşırken tek cümle geçer içinizden:
“Krakow’un beni affetmesine gerek yok. Ama ben onu özleyeceğim.”
Tatmadan Dönmeyin: Pierogi, Barszcz (Pancar çorbası), Obwarzanek (Krakow simidi), Bigos (Av etli lahana güveci), Żurek (ekşi çorba)
Görmeden Dönmeyin: Rynek Główny, St. Mary Bazilikası, Wawel Kalesi, Kazimierz Mahallesi, Schindler’in Fabrikası, Jagiellonian Üniversitesi
Ertelemeyeceğiniz tek hayaliniz, sizi farklı ufuklara götürecek yeni seyahatler olsun. Sevgiyle kalın.
patronlardunyasi.com