Patronlar


Küçük oğlum Deniz bana pek bir bozuk bugünlerde. Koyu bir Beşiktaşlı o. Son şampiyonlukta yaşı küçüktü; üstünde forması elinde bayrağı ve de illa ki Kara Kartal amblemli çorapları, gece maçlarının daha ilk yarısının ortasında uyuyup kalırdı televizyon karşısında. Bir türlü doyasıya yaşayamadı takımının zaferlerini. Şimdilerde maçların sonuna kadar dayanabiliyor. Ama bu sefer de Beşiktaş cephesinde işler yolunda gitmiyor. Beni suçluyor. Televizyon yayınlarında dinlediklerinden ve gazetelerde şöyle bir gözüne çarpanlardan böyle bir yargıya varmış. Suçlu Merkez Bankası'ymış (MB). Ben de "benim bir günahım yok" diye geçiştiriyorum. Pek inanmıyor. Haklı, oysa ki. Günah çıkarma zamanı şimdi.

Daha sezon ortasına gelmeden şampiyonluk yarışından koptu; üçüncülüğü bile tehlikede bizim takımın. İtiraf ediyorum: Benim de büyük günahım var bu sonuçta. MB'nin son beş yıldır uyguladığı 'yüksek faiz düşük kur' politikasının baş sorumlularından biri de benim, çünkü. MB'nin enflasyonu düşürmek inadı yüzünden faizleri yüksek tutması, lirayı 'aşırı' değerlendirdi. Sonucunda cari açık bir yükseldi, pir yükseldi. Kriz de hanidir kapıda. Patladı, patlayacak. Bunu gören Beşiktaş'ın dirayetli yönetimi, önlemini çok önceden aldı; harcamalarını en alt düzeye indirdi. Pek transfer yapamadı; yaptığında da üst düzey oyunculara yönelemedi. 'Bu yıl da hüsran' kaçınılmaz son oldu. Altyapı da kötü etkilendi bu mali disiplinden. Gelecek yıllar da tehlikede. Deniz, özür dilerim.

'İki alternatifiniz var'
Beş yıl öncesi. Kriz patlamış. Önce 'yangın söndürme' operasyonu devreye konmuş. Sonucunda, kamunun borç stoku sıçramış. İnanılmaz yüksek boyutlara çıkmış; milli gelire oranı yüzde 100'ü aşmış. Mayıs ortasında da kapsamlı bir programa başlanmış. İstanbul'dan, Londra'dan, New York'tan raporlar yağıyor:'Bu borçla bu iş yürümez' diye. 'Ya ödenmezse' kaygısı reel faizleri katlanılamaz düzeylere yükseltmiş. İki alternatifiniz var: Ya bu beklentileri doğrulayacak ve gerçekten de ödemeyeceksiniz borcunuzu. Zaten ortalık toz duman. Tam bir kaos yaratacaksınız. Ya da makro disipline ve radikal bir kurumsal dönüşüme dayanan programınızın zamanla meyvelerini vereceğine güveneceksiniz. Sizin güveniniz de yetmez, herkesin buna inanması gerekiyor. İnanılırsa 'bu borç ödenmeyebilir' kanısı ortadan yok olacak çünkü. İnandırmak, öncelikle bu programı yürürlüğe koyanın (hükümetin) ve onu uygulayanların (ilgili kurumların) görevi.
Büyütmek için tıklayınız

Şimdi biraz olan bitene bakalım. Tabloda 16 Mayıs 2001 ile 31 Aralık 2002 dönemi ele alınıyor. İlk sütunda bazı tarihler var; bu dönemde oluşan en büyük faiz yükselişlerinin ve düşüşlerinin oluştuğu tarihler bunlar. İkinci sütunda faizlerin değişim yüzdeleri gösteriliyor. Faizler, o dönemdeki gösterge niteliğinde olan üç aylık Hazine bonolarının piyasada oluşan faizleri. Bono alım ve satım kararları sonucunda, yani piyasanın 'hür iradesi' sonucunda ortaya çıkan faizler bunlar. Üçüncü sütunda ise, bu büyük faiz oynamalarının gerçekleştiği günlerde ne tür olaylar olduğu sınıflandırılmış. Bu tablo akademik bir çalışmadan alındı (Olcay Emir, Fatih Özatay ve Gülbin Şahinbeyoğlu (2005): ABD Faizlerinin ve Haberlerin Borcu Yüksek Olan Bir Ülkenin Faizleri Üzerine Etkileri, Applied Economics dergisinde yayımlanacak; ayrıca TCMB web sayfasında var).

Hemen belirtmem gerekiyor: Tabloda gösterilen politik davranışların haklılığı ya da haksızlığı değil burada önemli olan. Mesela, tütün kanuna muhalefet, erken seçim ya da bir Bakan'ın görevden alınmasının istenilmesi haklı olabilir. Bunu tartışmıyorum. Üstelik sadece tablodaki döneme de özgü değil bunlar. Yukarıdaki tabloyu güncelleştirerek özellikle 2003 ve 2004 yılları için de benzeri olayları saptamak çok kolay.

'Piyasa faizi