Yıl 2001… Aslında bugüne benzer zamanlar… 99 depreminin ardından, Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biri patlak vermişti. Türkiye’yi darboğazdan kurtaracak ve acı reçeteyi uygulayacak bir isim arayışı vardı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, çözümü uzaklarda buldu. Uluslararası sermaye çevrelerinde çok iyi tanınan, yurtdışında en iyi okullarda eğitim almış ama bir o kadar da ‘bembeyaz Türk’ olan bir ismi tercih etti. O isim tam 22 yıl Dünya Bankası’nda çalışan Kemal Derviş’ti…
VEZİR SOYUNDAN GELİYORDU
Alman bir anne ve Arnavut bir babanın evladı olan Derviş, 1949’da İstanbul’da dünyaya geldi. Baba tarafından soyu 1. Abdülhamid dönemiden vezirlik yapan Halil Hamid Paşa’ya kadar gidiyordu. Dünyanın en prestijli üniversitelerinde eğitim aldı. İngiltere'de Londra Ekonomi Okulu’ndan ekonomi alanında lisans ve lisansüstü derecelerini aldıktan sonra ABD'nin Princeton Üniversitesi'nde doktorasını yaptı. Ülkesine döndü, 1973-1976 yılları arasında ODTÜ’de ders verdi. 1976-1978 yılları arasındaysa Princeton Üniversitesi'nde ekonomi alanında ders verdikten sonra, Dünya Bankası’nda çalışmaya başladı. Önemli bir kariyer inşa etti, Dünya Bankası Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan sorumlu başkan yardımcılığına kadar yükseldi. Bu pozisyon yurtdışında bir Türk’ün elde ettiği en önemli pozisyonlardan biriydi.
GÖREVİ ACI REÇETEYİ YAZMAK VE UYGULAMAKTI
İşte tam da bu nedenle, ekonomik darboğazda ülkenin dümeninde bulunan Bülent Ecevit, Derviş’i Kasım 2000 ve Şubat 2001'de yaşanan iki mali krizin ardından Türkiye’ye davet etti. Görevi, akademik bilgisi ve sermaye çevrelerindeki bağlantı ve prestijini kullanarak ekonomiyi düze çıkarmaktı. Bu planın çok acı bir reçeteyi içerdiği ancak yıllar sonra oraya çıkacaktı.
Takvimler 13 Mart 2001’i gösterdiğinde, Derviş, Ecevit Hükümeti'nde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini üstlendi. Vazifesi Türkiye’yi krizden çıkaracak acı reçeteyi yazmak ve uygulamaktı.
İşe koyulmadan önce, akademik çevrelerden pek çıkmamış ve daha çok yurtdışı odaklı bir kariyer gözetmiş olan Derviş’i Türk halkına tanıtma görevi medyaya verildi. Derviş, Amerikalı eşi Catherine’le beraber kâh Ankara’daki evinden çıkarken görüntüleniyor kâh markete alışverişe gidiyor, şişmiş etiketleri inceliyordu.
1900’ler ve 2000’lerin başı, tabii ki şimdinin Türkiye’sinden çok farklıydı. Yurtdışından getirilen, çok iyi İngilizce konuşan ve aileden eğitimine kadar her yönüyle ülkenin 'kaymak tabakası'ndan olan bir isim, her gün gazete sayfalarından, ekranlardan yoğun bir PR çalışmasıyla ülkeye tanıtılıyordu. Çünkü o günkü toplum kodlarına göre bu mayanın tutma ihtimali vardı…
Derviş’in duruşundan giyimine kadar her tarafı ‘ben beyaz Türk’üm’ diye bağırırken, bu imajın bir de tenisle pekiştirilmesi ilginçti. Televizyonlar her sabah 7.30 gibi evinden ayrılıp tenis oynamaya giden Derviş görüntüleriyle dolup taşıyordu. Spor kıyafetleri içinde arz-ı endam eden Derviş, arada mikrofonlara, ekonomi üzerine yorum yapıyordu, bazen de soruları yanıtsız bırakıyordu.
IMF İLE BORÇ PROGRAMLARINA İMZA ATTI
Bu PR kampanyası kısa sürede yerini acı gerçeklere bıraktı. Derviş işe koyuldu, Uluslararası Para Fonu IMF ile müzakereleri yürüttü, nesillerden nesillere aktarılan borç programlarının altına imza attı.
Halk için sırta yüklenen bir kambur olarak görülen bu program, ekonomi çevreleri açısından Türkiye’nin kurtuluş ve yeniden düzlüğe çıkma planıydı. Derviş sermaye çevrelerinden büyük destek görürken, halk arasındaki popülerliği hızla yerini öfkeye bırakmaya başlamıştı.
BAHÇELİ İLE GÖRÜŞ AYRILIĞINA DÜŞÜNCE İSTİFA ETTİ
Bir buçuk yıllık fırtınalı bir görev süresinin ardından 2002 Ağustos ayında dönemin başbakan yardımcısı olan Devlet Bahçeli ile görüş ayrılığına düştü, istifa etti. Ecevit’e sırtını dönen as takımı, İsmail Cem, Zeki Eker ve Hüsamettin Özkan ile birlikte Yeni Türkiye Partisi'nin kuruluş çalışmalarına katıldı. Ancak vazgeçti, 3 Kasım 2002 seçimlerinde CHP'den İstanbul milletvekili seçildi.
UNDP BAŞKANLIĞI DA YAPTI
9 Mayıs 2005 tarihinde milletvekilliğinden istifa etti ve asıl geldiği yere, uluslararası kuruluşlara döndü. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) başkanlığı görevine atandı. UNDP macerasından sonra ABD’ye yerleşen Derviş, önemli düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü’nde fellow olarak görev aldı ve Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi’nde danışmanlık yaptı.
Derviş, ABD’de gözlerden uzak bir hayat sürdü ve bir yandan da sağlık sorunlarıyla boğuştu. Fakat adı Türkiye siyasetinde bıraktığı derin iz nedeniyle seçim meydanlarında hep yankılandı.
PROGRAMIN MEYVELERİNİ AK PARTİ İKTİDARI TOPLADI
Derviş’in uyguladığı plan, sermaye çevrelerinde ve ekonomi yönetimine göre ülke ekonomisini kurallarına göre yöneten ve uzun vadede başarı getiren bir ‘necessary evil’ yani ‘sevimsiz ama yararlı’ bir şeydi. Kimilerine göre plan o kadar başarılıydı ki, AK Parti iktidara geldiğinde harfiyen uyguladı ve meyvelerini topladı.
KİMİNE GÖRE "KURTARICI", KİMİNE GÖRE "DIŞ GÜÇ"
Fakat Derviş’in ekonomik programı, halk için borç ve kemer sıkmayla eş değer oldu. Yani Derviş bir kesim için kurtarıcı, büyük bir kesim içinse ‘dış güçlerin, sömürgecilerin’ işbirlikçisiydi.
2001 krizinin ardından toplumda oluşan öfkenin rüzgarını arkasına alan Recep Tayyip Erdoğan, üzerinden 22 yıl geçmiş olmasına rağmen miting meydanlarından hala halkın o hafızasını taze tutuyor. Muhalefeti IMF ile iş tutmakla suçluyor. Uzun lafın kısası, Derviş’in hayatını kaybetmesiyle Türkiye tarihinde önemli bir yaprak düşmüş oldu. Derviş öldü, ancak fikirleri -iyi ya da kötü- hâlâ Türkiye’de yaşıyor.