Gündem


Toygun ATİLLA

Bir ülkenin adalet terazisi bazen adliyede değil, sosyal medyada kurulur. O terazinin kefesinde ise ne delil vardır ne de savunma hakkı. Sadece öfke, dedikodu ve bir “trend topic” olma hevesi ile nefes alır o anı yaşayanlar. 

Ne mi demek istiyorum ? Anlatayım... 

FUTBOLDA BAHİS DEPREMİ 

Geçtiğimiz hafta Türk futbolu tarihinin en geniş kapsamlı bahis operasyonu başlatıldı. Bin yirmi dört futbolcu, TFF tarafından disipline sevk edildi. Bu listenin içinde Süper Lig’den 27 futbolcu, alt liglerden yüzlerce isim vardı. Henüz iddianame yoktu, kanıt yoktu, ifadeler alınmamıştı ama “Twitter mahkemesi” kararı çoktan vermişti. Futbolcuların hepsi suçluydu. 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ndan Zorbay Küçük açıklaması | beIN SPORTS  Türkiye - beinsports.com.tr/

İsimler sayfa sayfa yayınlanmaya başladı.  O isimlerden biri de hakem Zorbay Küçük'tü. Bir gün akşam saatlerinde, “bahis oynadığı” iddiasıyla sosyal medyada linç edildi. Fotoğrafları, yorumları, hakaretleriyle birlikte…İş hakemlikten alınmasına kadar gitti. Sonrasında savcılık dosyayı açtı, teknik kayıtlar incelendi ve gerçek ortaya çıktı ki durum hiç de anlatıldığı gibi değildi. 

Zorbay Küçük bahis oynamamıştı. Yani masumdu. Artık çok geçti... İtibarı zedelenmiş, kariyeri gölgelenmiş, linçin tam orta yerinde kalmıştı. Bu ülkede bir kez “suçlu” damgası yediniz mi, mahkemede beraat etseniz de, “timeline”da asla aklanamazsınız.

MAGAZİNDEKİ LİNÇ OPERASYONU

Aynı linç, birkaç ay önce magazin dünyasında da sahnelendi.

Hatırlayın...

8 Ekim 2025 sabahı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak” suçlamasıyla 19 ünlü isim ifadeye çağrıldı. İsimler daha emniyet binasındayken sosyal medyaya saçıldı. Bir hafta sonra test sonuçları geldi: 7 kişi tamamen temiz çıktı. O isimler;  Hadise, Demet Evgar, Özge Özpirinçci, Duygu Özaslan, Ceren Moray, Mert Yazıcıoğlu ve Zeynep Meriç Aral’dı. Hiçbirinde uyuşturucu izi yoktu. Ancak olan olmuş, linç çoktan tamamlanmıştı. Manşetler atılmış, itibar çizilmiş, “görmemiş gibi yapanlar” çoktan sıradaki isme geçmişti.

Temiz raporları çıktıktan sonra ise kimse “yanlış yaptık” demedi. Çünkü bu ülkede artık “özür dilemek”, “hata kabul etmek” değil, “zayıflık göstermek” sayılıyordu. 

HUKUKUN BATISI SOSYAL MEDYANIN DOĞUSU 

Hukuk devleti dediğimiz şey, sadece mahkeme binasından ibaret değildir. O kültür, “ismin geçmesiyle suçlu sayılmamak” üzerine inşa edilir. Nasıl inşa edildiğini daha iyi anlamak istiyorsak yüzümüzü bazen batıya çevirmeliyiz. 

Batıda bir çok ülkede bir soruşturma başlatıldığında zanlıların isimleri gizli tutulur. “Public interest” yani kamu yararı varsa, ancak o zaman sınırlı açıklama yapılır.

Basın ilkeleri nettir: “Suç isnadı haberleştirilebilir ama kişi mahkum edilmeden suçlu ilan edilemez.” Yani, "masumiyet karinesi" denilen olgu batı dünyasında mevcutiyetini korur. Yargıcı da, gazetecisi de, bu bilinçle hareket etmeye özen gösterir. Bizdeyse ise durum tam tersidir. İsimler ilk dakika da ortaya boca edilir, sonra delil aranır. Sonrasında eğer ismi ortaya atılan kişiler suçsuz çıkmışsa kimsenin de umurunda değildir. Çünkü bizde haber, düzeltmeden hızlı koşar. O hız da, masumiyetin üstünden geçer.

VEDAT MİLOR VE AYDIN ÜNAL 

Adalet terazisinden çıkıp şimdi bir de sosyal medyadaki duruma bakalım. Dün bu konu ile ilgili iki tane çok somut örnek oldu. Bunlardan bir tanesi ünlü gurma Vedat Milor ile diğeri de Yenişafak yazarı Aydın Ünal ile ilgiliydi. 

Vedat Milor'ün bir yemek üzerine yaptığı yorum bir anda bir kesim tarafından "Esad seviciliğine" dönüştü. Aman Allah'ım nasıl bir linç kampanyası. Vedat Milor, yanlış anlaşıldığını düşünerek öyle demek istemediğini ifade etse de söyledikleri, sosyal medyada kurulan idam mangası için bir şey ifade etmiyordu. Kaygı, endişe ve üzülerek izledim Vedat Milor'e yapılan linç kampanyasını. 

Aynı saatlerde bu kez Yenişafak yazarı Aydın Ünal, 10 Kasım'da yazdığı bir yazının gazetesinin internet sitesinde yayınlanmasının ardından bu kez farklı bir kesim tarafından linç ediliyordu. Aydın Ünal'ın yazısı internet sitesinden kaldırılmıştı. Bu yazının kaldırılma sebebinin teknik bir sebepten olduğunu ifade etmeye çalışsa da kimsenin umurunda değildi. Tıpkı Vedat Milör'ün sözüne ve söylediklerine itibar edilmediği gibi. 

Aslında bu birbirine taban tabana zıt iki örnek. Kutuplaşan ve birbirine tahammülsüz iki anlayışın sosyal medyada tezahür etme haliydi. Burada, empati, vicdan, gerçek, hakikat, masumiyet, hoşgörü, beyanın esas olduğu gibi şeyler kabul görmezdi. Burada karşı tarafa ne kadar yumruk atarsanız, kendi güruhunuzdan o kadar çok alkış alır, like alırdınız. 

Elbette bir diğerinin fikrini beğenmeyebiliriz ve eleştirebiliriz. Bunda herhangi bir sorun yok. Ancak, bunu neden entelektüel bir düzeye taşımayız. Birbirimizi dinlemek, anlamak, onun görüşlerine de yer vermek bu kadar zor mudur... 

ADALETİN VİCDANI: EMPATİ 

Şimdi tekrar dönelim, başladığımız konuya ve işin hukuki yanına dönelim. 

Şimdi bir an durun, telefonunuzda bir bildirim geldiğini düşünün: “Siz de şu soruşturmada varsınız.” O anda dünya başınıza yıkılmaz mıydı? Kendinizi anlatmaya çalışırken “suçlu” etiketi çoktan yapışmaz mıydı?

Bugün önceden suçlu ilan edilen, linç edilen Zorbay Küçük, yarın siz olabilirsiniz. Bir cümleyle, bir fotoğrafla, bir iftirayla…

Hiç iftiraya uğradınız mı?

Bir anda herkesin size sırtını döndüğü, savunmaya fırsat bile bulamadığınız bir an yaşadınız mı?

İşte o duygunun adı empatidir, empati ise adaletin vicdanıdır. Empatisiz bir toplum, adaletsiz bir ülkeye dönüşür. Adaletsiz bir ülke de, bir sabah herkesin adının bir listede yazdığı bir ülke olur.

O listenin başlığı bellidir: LİNÇİN LİGİ.

Yazımın sonuna geldiğimde şunu düşünüyorum. Bu yazıyı böylesi bir toplumda kime yazıyorum ? Biliyorum ki, yaşadığım coğrafya: ORTADOĞU... Ortadoğu'da bu yazım elbette ki kabul görmez, okunmaz ve gelir geçer... 

Bu yazıyı kimseye yazmıyorum. Geleceğe yazıyorum...

patronlardunyasi.com