19 yaşında tespihi eline alıp, 23 yaşında medya patronluğuna soyunan, ama başarılı olamayan Mehmet Ali Ilıcak, sonunda bir şarkı yarışmasında sesiyle kendini kanıtlamaya hazırlanıyor Özel jetlerden, arabasız geçirdiği günlere kadar her şeye razı fakat "Annemin parasına muhtaç olacağım gün, bittiğim gündür," diyor.
- Ses yarışmasına katılıyormuşsunuz, zaten sesinizin güzel olduğunu duyardık hep...
- 20'li yaşlarımda benim şarkıcılık kariyerime Mehmet Barlas mani olmuştur. Tercüman'da gazeteciydim. Rahmetli Özal mıydı, Süleyman Demirel mi, bir cumhurbaşkanıyla Amerika'ya gittik. Waldorf Astoria'nın lobisinde gazeteci arkadaşlarla hep beraber otururken şarkı söyledim, o sıralar şan eğitimi de alıyorum. Mehmet Ağabey dedi ki, "Sen bu bet sesinle sus, bir daha şarkı falan söyleme, rezil olursun..." Sesim güzel değil yani, iddialı da değilim.
- E, iddialı olmadığınız bir şeyi niye yapıyorsunuz?
- Ben 18 yaşından itibaren televizyonlara, gazetelere çıktım, ama hiçbir zaman hakkımda iyi bir şey söylenmedi. Sokakta Mehmet Ali olarak sorduğun zaman 'boktan, dolandırıcı, bilmem ne bir adam' izlenimi var. Halbuki iç dünyama baktığınız zaman ben öyle bir insan değilim. Annem, çevrem de çok tepkili yarışma kararıma. "Girme bu yarışmaya, imajın..." filan diyorlar, yani çevremdeki herkes katılmamam gerektiğini söylüyor.
- Ama siz artık şarkı söylemek mi istiyorsunuz?
- Kendim için bir şey yapmak istiyorum, ikincisi de; TEYEV diye bir vakfa duyarlılık oluşsun istiyorum. 1982'de kurulmuş bir vakıf bu, ama insanlar bilmiyor işte.
- TEYEV'in açılımı ne?
- Çok uzun bir ismi var, o yüzden ben de ezberleyemedim tabii. Türk Eğitim Malülleri Bilmem ne diye... Şehit olmuş polis vakfı olabilir. (Türk Emniyet Teşkilatı Yetimleri Eğitim Vakfı)
- Polis sevginizi neye bağlayabiliriz?
- Modern milliyetçi, vatanperverim. Benim için bu vatan önemli, ama askerlik yapar mısın, e kardeşim, benim bir faydam var mı, yok. Kısa dönem yaptık zaten. Realiteye bakalım. Benim şimdi Hakkari'de bir faydam olmaz, zararım olur yani. Muhafazakârlığı da inanç, dindarlık açısından ele alıyorum. Sabah ve akşam namaz kılarım, cuma namazını kaçırmam, her gece yatmadan önce yüksek sesle ve Türkçe, Kur'an'dan dört sayfa okurum. Yani senede iki kez hatmederim. Eşimin başı açıktır, ama içkiyi de 1991'den beri ağzıma koymam.
- Kötü bir sarhoşluk anısı mı?
- Hayır, o tarihte Recep Tayyip Erdoğan'la tanıştım. Beni ona Necmettin Erbakan emanet etmişti.
- Odanızdaki fotoğraflarda Semra Özal da baş köşelerden birinde... Sizi kimse ona emanet etmedi mi?
- Özal ailesiyle annem, ailem çok düşmandı ama buna rağmen Semra Hanım beni çok severdi. Efe de çok yakın arkadaşımdı, o düşmanlığa rağmen ben onların evinde, başbakanlıkta, Çankaya'da çok kaldım. Semra Hanım, bana her zaman sevgiyle baktı. Olduğu gibi bir kadın o, nev-i şahsına münhasır yani. Ama İl Başkanı olacakken kampanya gezilerine katılmıştım, hayat için çok büyük tecrübedir. Etrafı saran yağcılarının ne kadar enteresan olduğunu o sayede çok küçük yaşta görebilmiştim.
- Kendi iktidarınız, kendinize yetiyor mu Mehmet Ali Bey?
- İnsan olduğuyla yetinebilir mi? Tabiatına aykırı yani... Bu bana "Yarın tekrar gazete sahibi olmak ister misiniz?" diye sormak gibi bir şey.
- O halde "İktidar sahibi olsaydınız bu yarışmaya katılmayacaktınız," diyebilir miyiz?
- Evet, eğer gazete sahibi olsaydım, bu yarışmaya katılmazdım.
'Annemi izole ettiğim sürece rahatım'
- Karşımdaki fotoğraflardandan birinde babasıyla küçücük bir çocuk var, ama elinde bir tespih, o niye?
- Bilinçaltında oluşan bir hadise, babalar oğullara idoldür hep. Babam tespih kullanır; puro içerdi, ben de hayatım boyunca hep tespih kullanıp puro içtim. Küçüktüm ama büyük insanlarla iş yapıyordum. Dolayısıyla yaşımın getirdiklerinden hiçbirini yapamadım. Rahmetli Kemal Ilıcak'ın oğlu olmak kolay bir iş değildi.
- Nazlı Ilıcak'ın oğlu olmak daha zor bir iş değil mi?
- Nazlı Ilıcak, esasında çok yumuşak bir insandır. Çok yumuşak, çok saf, çok duygusaldır, pürdür ve vericidir...
- Bunu her fırsatta söylüyorsunuz belki, ama bize hiç geçmiyor?
- Çünkü annem dominanttır. Allah muhafaza, hükümette olsaydı ve ben de hasbelkader normal işimi yapıyor olsaydım da buna mani olurdu. Ben küçükken Tercüman gazetesinin kayak yarışları olmuştu. Ya sekiz yaşındayım, en fazla dokuz. O zaman birinci geldim diye kupayı bana verdiler. Çıktım, ödülü aldım, hiçbir şeyden haberim yok. Annem koşarak geldi, "Sen bunu hak etmedin ki, sana torpil yaptılar," dedi ve benden aldı kupayı, gerçek birinciye verdi. Annem bu. 10 yaşındaki bir çocuğun elinden kupayı da alabilir. Benim bir suçum yoktu, vallahi bilmiyordum. Sonra rahmetli babam eve, bana bir kupa getirdi. Kupa nedir bilmiyordum, annem böyledir işte.
- Eşiniz Meyra?
- Benim için Meyra su gibi bir şey. Güneş gibi. Çünkü beni hem yaşatıyor, hem ısıtıyor. Benim kız kardeşim Aslı bile dominant bir kızdır çok, annesi gibidir. Küçüklüğümde annemin evde çok güçlü olması, ailemdeki bütün kadınların dominant olması, hep bunları yaşadığım için belki bilinçaltımda hayatımın kadınını seçerken psikolojik olarak tersini seçtim.
- Ama anneniz sizden bir tane daha Kemal Ilıcak beklediğini belirtmiş durumda...
- Önce ben Kemal Ilıcak'a layık olayım da, ondan sonra çocuğumuzun adı Kemal Ilıcak olabilir. Bakın temelde Kur'an "Annenize, babanıza of demeyeceksiniz," diyor. Şimdi bu beni belirli noktalarda o kadar çelişkiye sürüklüyor ki, diyorum ki "Dünyevi hayatta yapacaklarım mı, annemin kalbini kırmak mı?" Ulan, kahretsin diyorsun ama annenin kalbini kırmama yolunu seçiyorsun, sonra da hayatın bok olabiliyor. Affedersiniz ama sistem bu. Onun için mümkün mertebe annemi izole edebildiğim sürece hayatımı çok rahat sürdürebiliyorum gibi geliyor bana.
'Dördümüzün ortak anısı yok gibi'
- Ne zaman ayrıldınız ebeveyninizden?
- Baktığınız zaman çok varlıklı bir ailede büyümüşüm. Tam bunun nimetlerinden istifade edeceğim noktada, iflasa sürüklenmişim. Yalıda her gün haciz memurları, maaşı ödenmeyen personel, sıkıntılar, babam her gün üzüntü içinde. Bu kadar yokluk, sıkıntı çekince şuna karar verdim: Babamdan ayrılıp kendi yoluma gideceğim. Sebebi, kendi hatalarımla asılmak istememdi.
- Kendi isteğinizle ayrıldınız o halde?
- Evet, o günlerde otobüsün içinde balık istifi gibi yığılmış insanlara bakar, onların da muhakkak binlerce sıkıntısının olduğunu hissederdim ve kendi kendime Allah'ıma şükrederdim. Üzüntüm nedir, biliyor musunuz? Annem, babam, Aslı... Dördümüzün ortak çok anısı yok aslında. Belki toplasanız bütün hayatta üç beş ay eder. Birlikte yemeğe bile doğru dürüst çıkmamışızdır. O kadar şaşırıyorum ki şimdi, benim arkadaşlarımın çocukları var, çocuklar yatağın içinde!
'Akşam'ı kapatsaydım çok büyük param olurdu'
- 37 yaşındasınız, büyük işlere giriştiniz ama hüsrana uğratmayan bir tanesini gösterebilir misiniz?
- Hüsran değil onlar, seçim. Ekonomik açıdan bakarsanız, Akşam'ı kapatabilirdim, çok da büyük param olurdu. 316 bin televizyon dağıtmıştık, 10 bini kalmıştı. 850 kişi çalışıyordu, hepsini atsaydım, büyük paralarım olurdu. Sonuçta 10 bin televizyonun bana o zamanki maliyeti, tanesi 130 dolardandı, yani hiçbir şey değildi. Ama ben dağıtım şirketi kurdum, mücadele ettim, gazeteyi yaşattım, sonunda da iyi bir gruba sattım. Sürmedi doğru, bugün sürmesi için küçük iş kurdum, reklam işi sürer, çünkü benim boyutumdaki bir iştir.
- Kendi kendinize çapınızı mı belirlemiş oldunuz şimdi...
- Yo yoo... Boyumdan büyük işler yaptım ve yoruldum ben. Artık gazete kurmam, Türkiye'de bu işte gelecek görmüyorum. Alem diye bir dergiyi yoktan var ettim, şimdi yıldönümünü Dolmabahçe Sarayı'nda kutluyorlar, beni davet etmiyorlar. Yani Berna'da bile o ışığı ben görmüştüm, "Sen bu işi yaparsın," diye onu editör yapmıştım. Hayat böyle bir şey.
Şebnem Akson/Sabah